18 Mart 1871’de başlayan Paris Komünü, kendisini ortaya çıkaran tarihsel koşulların farkındalığıyla bir dizi önlem alır. 16 Nisan 1871 tarihli, sahipleri tarafından terk edilen atölye ve fabrikaların üretime yeniden başlatılmak üzere işçi kooperatiflerine devredilmesini sağlayan kararname bunlardan biridir
Fransız ordusunun Prusyalılar karşısındaki ağır yenilgisi, yetmiş iki gün süren Paris Komünü deneyimini başlatır. Fakat Paris halkının isyanına sebep sadece savaş yenilgisi değil, dayatılan insanlık dışı yaşam koşullarıdır. Üstelik Komün, 19. yüzyıl Fransa’sının devrimci ayaklanmalarından ve işçi direnişlerinden de oldukça beslenir. Gould’un da (1995: 1) dediği gibi belki de hiçbir 19. yüzyıl toplumu muhafazakârlar arasında korkuya ve devrimciler arasında umuda Fransız toplumu kadar yol açmaz.
Kapitalist büyümenin nihai bir sonucu olarak çalışma ve yaşam koşullarının zorlaşması, ekonomik buhranlar ve savaş ortamı, Paris merkezli kitlesel ve devrimci ayaklanmaların yolunu açar. 1831 ve 1834 Lyon ve Paris’te ipek dokumacılarının grevi, 1848’in devrimci ayaklanmaları, 1860’ların grev dalgaları ve 1871 Paris Komünü bu bağlamda düşünülebilir (Gould, 1995: 2-3). Yine devrimci ayaklanmalar gibi işçi kooperatifleri fikri de 1830’lardan itibaren yayılmaya başlayacaktır. Bu yazı, işte bu kooperatif deneyimlerine Paris Komünü üzerinden kısaca yer vermeyi amaçlıyor.
Fransa’da özellikle Buchez, Fourier, Proudhon ve Blanc gibi düşünürlerin öncülük ettiği kooperatifçilik fikri 1840’ların toplumsal sorunlarına çözüm olarak görülür (Tombs, 1984). Nitekim 1848 devrimci ayaklanması bu fikirlerin hayata geçirilmesine tanık olurken, kooperatifçilik meselesiyle alakalı olarak farklı fabrikalarda üç yüzden fazla toplantı yapılır (Edwards, 1973:122). Sonuç olarak Paris’te, İkinci Cumhuriyet döneminde (1848-1852), yaklaşık 300 kooperatif kurulur ve bu kooperatifler yine yaklaşık 50 bin üyeye sahiptir. Özellikle 1860’larda tüketici ve üretici kooperatiflerinin kurulması işçilerin örgütlenme faaliyetlerinin önemli bir parçası olacaktır. 1860’lı yılların ortalarından itibaren rejim tarafından göz yumulan sendikalar, fonlarının bir kısmını hem greve çıkan işçiler için iş sahası olsun diye hem de ücret sorununa uzun vadeli çözüm yaratabilmek için üretici kooperatiflerine ayırma kararı alır. Böylece 1868’e kadar olan süreçte biriktirilen sendika fonlarıyla Paris’te 50 tane üretici kooperatifi kurulmuş olur (Tombs, 1984).
Bu açıdan bakıldığında, Paris halkı ne dayatılan yoksulluğun yol açtığı kitlesel direnişlere ne de bu direnişlerle organik bir bağ kurulabilecek kooperatifçilik fikrine yabancıdır. Nitekim Paris halkının Prusyalılar tarafından kuşatma altında kaldığı 1870-71 döneminde zengin ve yoksul arasındaki uçurum iyice genişler, işçi ve zanaatkârlar ve özellikle kadınlar ağırlaşan yaşam koşularından oldukça etkilenir. Paris Komünü böylesi bir yoksunluk ortamından doğar. Fakat Komün, daha önceki ayaklanmalardan sadece ekonomik anlamda değil, sosyal ve kültürel anlamda da topyekûn bir değişimi temsil ederek farklılaşacaktır. Toplum üzerinde manevi bir baskı aleti olarak görülen rahiplerin gücünün zayıflatılması ve kiliselerin mülksüzleştirilmesi bununla alakalıdır (Pioro, 1992). Ve yine Komün’e katılan kadınların o güne kadar ki yerleştirilmiş cinsiyet kalıplarını yerle bir etmesi de bu değişimin bir ürünüdür.
18 Mart 1871’de başlayan Paris Komünü, kendisini ortaya çıkaran tarihsel koşulların farkındalığıyla bir dizi önlem alır. 16 Nisan 1871 tarihli, sahipleri tarafından terk edilen atölye ve fabrikaların üretime yeniden başlatılmak üzere işçi kooperatiflerine devredilmesini sağlayan kararname bunlardan biridir. Bu kararname ile terk edilmiş atölye ve fabrikaların bir dökümünün yapılması, üretim mekânlarının işçi birlikleri tarafından işletilme koşullarının belirlenmesi ve işçi kooperatiflerinin tüzük tasarılarının hazırlanması planlanır (Işıklı’dan akt. Mısır, 2003). Amaç öncelikli olarak savaş sonrası iyice artan işsizliğin azaltılmasıdır. Kararnamenin ardından yaklaşık on fabrikanın yönetimi işçiler tarafından devralınır (Edwards, 1973: 122).
Komün’ün özel mülkiyet hakkının ortadan kaldırılmasına dair net bir programı yoktur fakat kimi durumlarda, toplumsal var oluş üzerinde engelleyici bir tekel biçiminde somutlaşması halinde, bu hakkın geçerliliği yok sayılır (Cangızbay’dan akt. Mısır, 2003). Tombs’un (1984) çalışmasında verdiği kimi örnekler Komün’ün özel mülk sahiplerine karşı tutumuna dair fikir veriyor. Örneklerden biri dökümhane çalışanlarıyla ilgilidir. Dökümhane çalışanları erken inisiyatif alarak 16 Nisan kararlarının resmi olarak açıklanmasından bir gün önce dökümcüler kooperatif topluluğunu kurar. Kooperatif topluluğu böylelikle 20 Nisan’da Komün Savaş Delegasyonu’nun emriyle ilk fabrikasına taşınır. 3 Mayıs’ta ise ikinci fabrika devralınır. Mayıs’ın ilk üç haftası boyunca fabrika 250 işçi istihdam ederek savaş delegasyonu için mermi kovanları üretir. Bu denli bir üretim o dönemde Paris standartlarının üzerindedir. Nitekim metal endüstrisinde ortalama bir atölye ancak 8 ila 9 işçi çalıştırabiliyordur. Fakat burada Tombs’un asıl vurgulamak istediği konu, dökümcüler topluluğunun 15 Nisan toplantısında topluluğu yönetmesi adına seçtiği delegelerle alakalıdır. Bu delegelerden biri olan Pierre Marc seçimle topluluğun baş organizatörü olmuş eski bir “patrondur”. Sekiz yıl kadar öncesinde babasından kalan dökümcülük işini yürüten Marc, 1867’de iflas etmiş, o tarihten itibaren ustabaşı olarak çalışmıştır. Marc’ın patronluk geçmişi kooperatif topluluğu için bir engel teşkil etmez aksine Marc bizzat geçmişinden kaynaklı deneyimlerinden ötürü topluluk tarafından seçilir. Tombs’un çalışmasında ayrıca Komün süresince el konulmak yerine asıl sahibinden kiralanan kimi fabrikaların örnekleri de vardır.
Komüncülerin özel mülk sahipleriyle olan ilişkisi farklı bir çalışmanın konusu olabilir. Fakat Mısır’ın (2003) da belirttiği gibi Komün’ün yapmaya çalıştığı şey aslında özel mülkiyet üzerinden aldığı tedbirlerle egemen sermaye sınıfın dışında kalan küçük burjuvaziyi de kazanmaya çalışmak ya da en azından tarafsızlaştırmak olabilir. Nitekim fabrika yönetimlerinin sahiplerine karşılığı ödenmesi koşuluyla işçilerin eline geçmesini sağlayan kararname, Komün’ün özel mülkiyeti kamusallaştırma eğiliminin bir göstergesi olarak kabul edilebilir. Bununla birlikte, devlet gereçleri için işçi kooperatiflerine öncelik verilmesi, işçi birliklerini büyük bir federasyon içinde birleştirmeye yönelik atılan adımlar, işçilerin yöneticilerini, atölye ve ekip şeflerini kendilerinin seçmesi ve görevden alması, kapitalist özel mülkiyet alışkanlıklarının dışındadır (Pioro, 1992).
Yine fabrikalarda çoğunlukla bir önceki rejimden kalan çalışma sürelerinin sürdürüldüğü ve işçilerin düşük ücretler almaya devam ettiği çeşitli kaynaklarda yer almıştır (Pioro 1992, Tombs 1984). Bu da aslında Tombs’un (1984) kendisinin de belirttiği gibi Komün’ün tek amacının çeşitli “sosyal reformlar” yapmak ve bunları idare etmek olmamasıyla alakalır. Nitekim Komün, bir yandan onu ortadan kaldırma planları yapan Fransız hükümetine karşı tetikte kalırken bir yandan da savaş sonrası iyice bozulan ekonominin yeniden inşasıyla uğraşır. Nitekim Prusya savaşı ve ardından endüstriyi durma noktasına getiren iç savaş çok az işçi kooperatifine yaşama şansı bırakır. Ortada bir anlamda sıfırdan başlayan, sadece ekonomik değil; cinsiyet eşitliği, laik eğitim gibi daha birçok toplumsal talebi içinde barındıran yeni bir süreç vardır.
Kadınların Paris Komünü’ndeki yerine dair yazılıp çizilecek çok şey var ve ayrı bir çalışma gerektirir. Nitekim kadınlar Komün’ün sadece destekçileri değil, bizzat yaratıcılarındandır. Fakat yazıyı sonlandırmadan kısa bir şekilde de olsa kadınların kooperatifleşme çalışmalarına değinmek istedim.
1864’te Uluslararası İşçi Birliği’nin, diğer bir adıyla Birinci Enternasyonal’in, Londra’da toplanmasının ardından, Birliğin Fransız ayağında çoğunlukla Proudhoncular ağırlığını hissettirir. Bu kesim özellikle kadınların iş hayatından ve fabrikalardan uzakta kalması yönünde oy kullanan kesimdir. Kısaca kadınlar gerek iş hayatından gerekse sosyal hayattan dışlanır ancak bu politika kalıcı olmaz. Victorine Brochon bunun güzel bir örneğidir. Birlik toplantılarına katılır ve kocasını da o toplantılara götürür. Victorine’nin bir de Paris Komünü’nden öncesine gelen bu dönemde kooperatif prensipleriyle işlettiği bir kasap dükkânı vardır. Kooperatif kârının üçte birini üyelerine, üçte birini kooperatif ihtiyaçlarına, geri kalanını ise başka kooperatiflerin kurulması için ayırır. Daha sonra Komün’de de oldukça aktif olacak Nathalie Lemel ise önceleri kitap ciltleme işiyle uğraşırken sonrasında bir gıda kooperatifi olan La Marmite’yi kurar. Marguerite Tinayre ise bir tüketici kooperatifinin kurucusudur (Thomas, 1973).
Bu umut verici örneklerin dışında çalışan kadınların çoğunun geleneksel “kadın işi” olarak tanımlanan dikiş nakış gibi alanlarda yoğunlaştığının ve aldıkları ücretlerin erkeklerden az olduğunun da altını çizmek gerekir. Ayrıca kadınların çoğu eğitime erişimde de oldukça sıkıntılar yaşar. Prusya kuşatması sırasında Jules Allix tarafından kurulan ve kadınların karınlarını doyurabileceği bir iş bulmasını amaçlayan Comite des Femmes bu anlamda önemlidir. Yine Karl Marx’ın bir arkadaşı olan ve aynı zamanda Comite des Femmes’de de çalışmış olan Elisabeth Dmitrieff ise Kadınlar Birliği’nin [Union des Femmes] 11 Nisan 1871’de kurulmasına öncülük eder. Nitekim daha önce bahsettiğimiz gıda kooperatifi işiyle uğraşan Nathalie Lemel de Kadınlar Birliği’nin öncü kadrolarından olacaktır (Thomas, 1973). Üstelik Lemel açtığı gıda kooperatifini Komün süresince de çalıştırmaya devam eder ve gıda kooperatifleri federasyonu kurma girişiminde bulunur.
Kadınlar Birliği’nin geliştirdiği program dönemin sosyal ve emek teorilerine yönelik feminist bir eleştiri üretmeyi amaçlar. Çeşitli kuramcıların, bilhassa Proudhoncuların, erkek-merkezli gayelerini ve kadın karşıtı programlarını reddederler. Fakat topluluğun özellikle Dmitrieff kaynaklı aşırı merkeziyetçi yapısı kimi huzursuzluklar yaratsa da (Eichner, 2004: 80-84) Kadınlar Birliği, kadın emeğinin görünürlüğü açısından Komün içinde önemli bir rol oynar.
Ancak Thomas’ın da (1973) belirttiği gibi Komün’ün ömrü tasavvur edilen yeni toplumun inşası için kısa kalır. Gerek Komün’ün gerekse de Kadınlar Birliği’nin özverili çalışmalarına rağmen kadın işçilerin durumu belirsizdir. Nitekim henüz fabrika yöneticilerinin kadınlara daha düşük ücretler vermesini önleyecek ya da en azından ücretlerin eşitlenmesini zorlayacak sayıda kooperatif yoktur. Komün, izole edilmiş bir şehirde, maddi gücü elinde bulunduran Fransız hükümetine karşı da bir mücadele içindedir. 21 Mayıs Pazar günü Fransız ordusu Paris’e girerken Kadınlar Birliği’nin üyeleri henüz Hotel de Ville’de toplamış, gelecek planlarını tartışıyordur. Komün üyelerinin planları o gün için, kanlı ve acımasız bir şekilde duraklatılmış olsa da Komüncülerin deneyim ve fikirleri bugün hala devrimci mücadelelere yol göstermektedir.
Kaynaklar:
Eichner, C. J. (2004). Surmounting the Barricades Women in the Paris Commune. Bloomington: Indiana University Press.
Edwards, S. (1973). The Communards of Paris, 1871. New York: Cornell University Press.
Gould, R.V. (1995). Insurgent identities: class, community, and protest in Paris from 1848 to the Commune. Chicago: The University of Chicago Press.
Mısır, M.B. (2003). ‘Gerçek Demokrasi’ Olanağı: Paris Komünü. Praksis 10, 105-122.
Pioro, G. (1992). Paris Komünü. Lenin, V. I. Komün Dersleri içinde, çev. Kenan Somer, Ankara: Sol. 14-32.
Thomas, E. (1973). Revolution and Reaction: The Paris Commune 1871, ed. J. Hicks & R. Tucker. The University of Massachusetts Press, 26-34.
Tombs, R. (1984). Harbingers or Entrepreneurs? A Workers’ Cooperative during the Paris Commune. Cambridge University Press.