“Yaşamak istiyoruz!”

Basit ancak bir o kadar da yıkıcı bir talep “yaşamak”. Uzunca bir süredir “yıkılamaz” gibi görünen iktidarı alaşağı edebilecek kadar yıkıcı. “Gebermek istiyorum” sözünün öfkesini, ölümüne bir kader ortaklığını, insanca yaşayabilmek için dayanışmayı içinde barındırıyor

Nebiye Merttürk 31 Ekim 2020

İnsanca yaşamak istiyoruz diyen Halkevciler olarak geçtiğimiz hafta Türkiye’nin dört bir yanında eylemdeydik. Kampanyamızın ilanının ardından pazarlarda, ev toplantılarında, işyeri buluşmalarında, Halkevi şubelerinde dile gelen taleplerimizle çıktık kent meydanlarına. Harekete geçiyoruz, dedik… Kampanyayı duyurmaya yönelik ilk eylemlerimizle birlikte kampanyanın hedefleriyle ilgili sorular daha fazla sorulmaya başladığı gibi, tam da yola çıkarken hedeflediğimiz gibi “ne yapmalı”, “nasıl yapmalı” sorularına verdiğimiz cevaplar da artmaya başladı.

İşsizliğin, yoksulluğun, ölümün “yeni normal” diye kabul ettirilmeye çalışıldığı bir memlekette basit anlamıyla hayatta kalabilmek bile bir mücadele meselesi haline geldi. Bir kampanyanın sınırlarını aşan bir talep “yaşamak istiyoruz” talebi. Bu talep bugüne kadar sağlık emekçileri, ölümcül işlerde çalışan işçiler, kadınlar ve toplumun farklı pek çok kesimi tarafından dile getirildi; birbirinden bağımsız ancak birbirini gören/selamlayan hareketlerce dile getirilmeye de devam ediyor. Basit ancak bir o kadar da yıkıcı bir talep “yaşamak”. Uzunca bir süredir “yıkılamaz” gibi görünen iktidarı alaşağı edebilecek kadar yıkıcı. “Gebermek istiyorum” sözünün öfkesini, ölümüne bir kader ortaklığını, yaşayabilmek için dayanışmayı içinde barındırıyor. Çoğu zaman bir çığlık olarak duyageldiğimiz ve herkesçe sahiplenilen bu talep, ölümün iktidarı olarak simgeleşen tek adam diktatörlüğünü henüz yıkacak kadar güçlü dile gelemiyor. Bir avuç sermayedar ve onların temsilcileri dışında herkesin ortak talebi olan bu talebin kendiliğinden siyasi iktidarı alaşağı etmesini de beklemiyoruz. Hastanelerde, işyerlerinde, mahallelerde, köylerde yükselen “yaşamak istiyoruz” talebini, iktidarı alaşağı edecek bir hareket olarak örgütlemek üzere harekete geçiyoruz.

Bize reva görülen yaşamı kabul etmiyoruz

Saray’dan tek bir adamın yönettiği bir memlekette yaşıyoruz. Bir bakıyoruz Suriye sınırlarının içine girilmiş bir bakıyoruz Libya’da tarafız, Azerbaycan savaşının parçası haline getirilmişiz. Meclis, yerel yönetimler etkisizleştirilmiş, halkın iradesi kayyım siyasetiyle gasp edilmiş.

Salgınla mücadele ediliyor derken kapımıza gelen filyasyon ekibinde imamlar, polisler çıkıyor. Anlıyoruz ki salgını İçişleri Bakanı yönetiyor. Peki ya Sağlık Bakanı ve Bilim Kurulu? Yok mu bunlar? Var ama hepsi birer figure dönüştürülmüş durumda. Salgın yönetimi de muhalefeti etkisizleştirmenin aracı olarak kullanılıyor. Basın açıklaması yasak, genel kurul yasak, etkinlik yasak. Kime yasak? Muhalif olana. Erdoğan her yerde miting yapıp, “keyif çayı” dağıtırken, Ayasofya açılırken ya da cihatçılar Türkiye’nin farklı illerinde Fransa’yı protesto ederken serbest ama bize yasak.

İşçiler salgına yakalanıyor, patron işçileri fabrikaya kapatıyor. Üretimi durdurmadan kendince karantina uyguluyor. Buna göz yumuluyor. Özel okullar öğrenci yok bahanesi ile binlerce öğretmeni işten çıkartıyor, kalanların maaşlarını kesiyor. Kendisi de özel okul patron olan Milli Eğitim Bakanı elbette müdahale etmiyor. EBA Tv yayınlarını beceremeyince çıkıp “demek ki talep çok” diye gevrek gevrek gülüyor. Oysa yayınlar kesildiği anda Milli Eğitim’den umudunu keserek varını yoğunu satıp çocuğunu özel okula yazdıranlar Milli Eğitim Bakanı’nı güldüren. Çocuklarımızın geleceği üzerinden korku salarak cebimizdeki son kuruşa kadar almak isteyen bir anlayışla eğitim sistemimiz yönetiliyor.

Salgından önce başlayan bir ekonomik kriz vardı. Salgın bir şekilde işin bahanesi haline getirildi. Sosyal destek yapılması gereken bir dönemde “sosyal borçlanma” yaptık. Bankalar cep harçlığı şeklinde kredi açtı, borçlanmaya mahkûm edilenler da bu kredileri çekti. İnsanlar yaşamda kalma mücadelesi verirken halkın vergileriyle oluşan bütçe yine sermayeye dağıtıldı. Kaynaklarımız Cengiz, Limak, Kolin ve böyle uzayan yandaş patronlara dağıtılırken yoksul halk bankadan aldığı küçük kredilerle borçlanarak yarı aç yarı tok geziyor. Bir de üstüne teşvikler, vergi afları/indirimleri, borç ötelemeleri yapıyorlar patronlara. Hazineye girecek paralar daha Hazine’ye uğramadan patronların cebinde kalıyor.

Eşitsizlik ve adaletsizlik faşizm uygulamaları ile genişletiliyor. Bugün sadece karşı yüzde 50 değil, AKP ve MHP’ye oy veren yüzde 50 de tüm bunlardan nasibini alıyor. Hukuk terazisini kaybetti. İktidarın elinde özgürlüklere karşı kullanılan bir sopa haline geldi.

Daha da sayabiliriz ama bunlar da yeterli sanırım. O yüzden harekete geçiyoruz çünkü eşitlik, adalet ve özgürlük istiyoruz, bize reva görülen yaşamı kabul etmiyoruz.

Korksunlar “Yaşamak istiyoruz” diye haykıranların sesinden

Değiştiremez miyiz? Kadın kırımı, işçi kırımı önlenemez mi? Kamusal sağlık ve eğitim artık hayal mi? İnsanca bir yaşamı hayal edenler yan yana gelemez mi? Diktatörlüğe mecbur muyuz? Sorularına yanıt yine sokaktan geliyor: Kabul etmiyoruz ve değiştirebiliriz.

Yaşadıklarımız karşısında sessiz kalmamızı, “evlere kapanın” deyince kapanmamızı, “sokağa çıkın” deyince çıkmamızı, iktidar temsilcilerinin inanmadığımız açıklamalarıyla yetinmemizi, öfkemizi bireysel olarak tedbir almayan/alamayanlara yöneltmemizi bekleyen, beklemekle de yetinmeyen, her türlü devlet şiddeti ile itaati güvence altına almaya çabalayan tek adam diktatörlüğü nafile bir çaba içerisinde.

Yalanlar eğilip bükülüp bir gerçek formunda önümüze sürülüyor ama nafile. Gerçeği iliklerimize kadar işleyecek biçimde yaşıyoruz. Her gün bindiğimiz kalabalık dolmuşlar, otobüsler, pandemiye karşı ciddi bir tedbir alınmadığı gerçeği, ölesiye çalışmak ancak geçinecek ücret alamamak, işsizlik, maruz kaldığımız şiddet ve bitmeyen gelecek kaygısı, gerçek. İktidarın korktuğu bu gerçekten alıyoruz değiştirme gücünü.

Sadece gerçeklerden bahsetmenin dahi politik olduğu bir çağda ve memlekette yaşarken, gerçeği söylemek, eylemek bir umut ışığı, işaret fişeği oluyor herkese. Ünye’de, Hacıbektaşlı’da, Ermenek’te, Soma’da, hastanelerde, işyerlerinde direnenlerin sözleri, eylemleri, her biri değiştirme iradesinin işaret fişeği.

Susturamıyorlar, durduramıyorlar, çaresizler bu talep karşısında: “yaşamak”, “insanca yaşamak istiyoruz”. Bu itirazı büyütmek, örgütsüz ve yalnız, ölümle burun buruna yaşamına devam etmek zorunda kalan milyonların taleplerini örgütlemek, bu talepleri siyasetin merkezine, gündemine taşımak ve bize bu hayatı reva görenlerden hesap sormak için harekete geçiyoruz.

“Yaşamak istiyoruz” çığlığını büyütmek ilk adım…

İnsanca yaşam talebinin daha yüksek sesle dile getirilmesini sağlamayı, bu talebi dile getirenlerle yan yana gelmeyi, dayanışmayı, kampanyamızın ilk adımı olarak tasarladık. Bu ilk adımın devamını örgütsüzleştirilerek insanca bir yaşamı kurma olanakları ellerinden alınmak istenen halkın bir araya gelme eğilimlerini güçlendirerek getireceğiz.

İçinden geçtiğimiz süreç, iktidarı ve patriyarkal kapitalist düzeni alaşağı edecek potansiyeli fazlasıyla barındırıyor. Bu potansiyelin harekete geçirilmesi hedefi önümüze sadece bir kampanya sınırlarında düşünülemeyecek yapısal sorunları çözme görevini koyuyor. Bugüne kadar barınma hakkı, eğitim ve sağlık hakkı, güvenceli çalışma hakkını savunanlar pek çok mücadele ve örgütlenme deneyim biriktirdi. Bu deneyimlerden beslenen ancak kamusal hizmetlerin piyasalaştırılması ve işçileştirme/yeniden işçileştirme sürecinde gelinen aşamalara göre mücadelenin içeriğini güncelleyen, kurumsallaşmış AKP faşizmi ve iktidarın özgün şiddet araçlarına karşı mücadeleyi topyekûn bir savunma ile büyütebilen bir çizginin üretilmesi bir zorunluluk. Böylelikle güçlü kökleri olan hak mücadelelerinden beslenen daha geniş bir halk örgütünü kurma olanağımız olduğunu biliyoruz.

Bugün mahallelerimiz salgınla mücadeleye güvencesiz şekilde sürülen sağlık emekçilerinin, işsizlerin, karın tokluğuna çalışan işçilerin, krizin/pandeminin tüm yükünü sırtlamak zorunda kalan kadınların, mahallelerimize kadar sızan marketlerde, kargo şirketlerinde çalışan hizmet işçilerinin buluştuğu yerler. Evlerimiz çocukların okulu, evlerimiz işyeri, evlerimiz üniversite. Mahallelerimiz krizin yakıcılığına yanıt arayan farklı toplumsal kesimleri her zamankinden daha fazla buluşturuyor. Pandemi ve ekonomik kriz, farklı toplumsal kesimlerin taleplerini en genel anlamda ortaklaştırıyor. Yenilgi psikolojisi her ne kadar görünürlüğünü engellese de pandemi hep konuşulanın aksine birlikte hareket olanaklarını daha da artırmış durumda. Yeter ki bizler bu olanakları harekete geçirme kararlılığıyla hareket edelim.

Mücadele dinamiklerini harekete geçirme hedefi bize pek çok görev yüklüyor:

Kamusal sağlık hizmetlerinin ve sağlık emekçilerinin yaşamsal taleplerinin savunulması;

Emeğin kazanılmış haklarına yönelik saldırılara karşı gasp edilen haklarını savunulması, işçilerin salgın karşısındaki taleplerinin büyütülmesi;

Her gün bir şekilde temas ettiğimiz, tüm hayat dursa dahi tıpkı sağlık emekçileri gibi görevlerine devam eden market, depo, kargo, AVM işçilerinin uzayan mesai saatlerinden, COVID tehdidi altında gerekli tedbirler alınmadan çalıştırılmalarının gündem yapılması, engellenmesi;

Kadına yönelik şiddetin beslendiği bütün temellerin yok edilmesi, kadın savunmasının büyütülmesi;

Eğitim sisteminde yaşanan eşitsizlik ve adaletsizlik ile mücadelenin araçlarının veli, öğrenci ve eğitimcileri bir araya getirecek şekilde yaratılması, ilk akla gelenler.

Farklı alanlarda büyüyen mücadelenin birleşme ve iktidarı alaşağı etme olanağının bilinciyle bu mücadeleleri birleştirecek bir örgütlenme süreci yürüteceğiz.

Yöneten de biz olacağız

İktidarın örgütsüzleştirme, parçalama, yalıtma stratejisinin, tek adam diktatörlüğünün karşısında gücümüz, kolektif sözümüzden ve eylemimizden geliyor. Tek adamcılık, bürokratizm, yukarıdan aşağıya yaşamın bütün alanlarına yayılırken bizlere ölümü reva gören iktidarı ve sermaye düzenini alaşağı etmenin tek yolu kolektif irademizi açığa çıkaracak örgütlerimizi kurmak. Halka güven ilkesi bizler için sadece romantik bir ilke olmadığı gibi “Söz, yetki, karar, iktidar halka” sloganının gereğini yerine getirmek bugün bizim için temel bir görev olarak duruyor. Tam da şimdi, bir gün dahi kaybetmeden, halkın kendi sorunlarını çözmek üzere bir araya geldiği, sözünü söylediği, kararlarını aldığı ve hayata geçirdiği örgütleri kurma zamanı. Mücadelenin kolektif yaratıcılığı, halk demokrasisi bu zeminlerden yükselecek.

Kampanya süresince, yerellerin özgünlüğüne göre kampanyamızın farklı talepleri ön plana çıkabilecek olsa da en küçük bir talebi örgütlerken dahi o talebin örgütünü kurmayı ve sürekliliğini sağlamayı hedefliyoruz. Bu kimi yerde parasız su hakkı için örgütlenen bir mahalle meclisinde, kimi yerde kıdem tazminatını patrona yedirtmeyecek bir işçi meclisinde, kimi yerde kadınların hayatlarını savunduğu, sokağını ve mahallesini özgürleştiği kadın meclislerinde/ağlarında kendine ifade bulacak.

Bu anlamda mahalle meclisi, dayanışma meclisleri deneyimlerini ilerletmeyi önemli buluyoruz. Mahalle meclislerinden dayanışma ağlarına tüm bir araya gelişler elbette basitçe bir mahallenin sorununu örgütlemek anlamına gelmiyor. Meclislerle taleplerimizi ve direnişi örgütlerken halk demokrasisini de inşa edeceğiz.

Barikatları yıkmak

Bugün hak mücadelesi vereceklerin önünde devlet şiddetinin, sivil faşistlerin, yargı sopasının dikildiği ve katliamlar/OHAL/salgın gibi “olağanüstü” gerekçelerle, meydanların halkın taleplerine kapatıldığı bir gerçek. Tam da bu nedenle kampanya kapsamındaki basın açıklamalarında İzmir ve Ankara’da polis şiddetiyle karşılaştık, Antalya’da yasaklama kararı çıktı. Devlet şiddeti halkın tarihin sahnesine tarih yazıcı bir özne olarak çıkmasını engelleme gayretiyle kullanılıyor. Ama yine nafile. İşçiler, kadınlar, köylüler, ölüme sürülürken şiddet sopasının başarılı olma şansı yok.

Ünye köylülerinin jandarma müdahalesi karşısında oturarak, yere yatarak kenetlenmesi, direnmesi bugüne kadar yaşam savunucularının farklı taleplerle devlet barikatı karşısında büyüttüğü mücadele örneklerindendir. Aynı kararlılık Halkevlerinin eylemlerinde Ankara’da, İzmir’de polis barikatlarının karşısında kendisini ifade etti: Yaşamak istiyoruz ve yaşamı savunacağız. Yaşam mücadelesini, hak mücadelesini büyüttüğümüz her zemin, her örgütlülük, bu mücadeleden korkan iktidarın şiddetinin hedefi ve faşizme karşı mücadelenin güncel adresidir. Bu mücadelede kazananlar da yaşamı savunanlar olacak.

Buradayız!

Bu memleketin toprakları bünyesinde devrimci bir mayayı barındırıyor. Kimi zaman bir taş ocağı direnişinde, kimi zaman bir kadın direnişinde, kimi zaman da bir işçi direnişinde… Ama mutlaka bize göz kırpıyor, “Buradayım!” diyor.

Pandemi, ekonomik kriz, doğanın talanı, eğitimin iflası, adaletsizlik derken çoğalan krizlerin karşısında halkın taleplerini mahalleden kent merkezlerine kadar örgütleme görevi önümüzde duruyor.

Yukarıda saydığımız ve sayamadığımız tonlarca sorunun mağdurlarının işaret edildiği değil, öznelerinin inşa edildiği bir hareket için kolları sıvıyor. “Güvenceli çalışmak, insanca yaşamak istiyoruz” diyerek yola çıktığımız kampanyamızda her sorunun öznesiyle, sorunlarını örgütlü bir güce çevirmek ve hak ettiğimiz hayatı yaşamak için adımlarımız hızlanıyor.

Bugün bizler için pandemi koşullarında kendi güvenliğiyle birlikte halkın güvenliğini alma sorumluluğuyla, ancak pandeminin mücadele önünde bir bahane olmasına izin vermeden, apartman apartman, sokak sokak, kent kent örgütleme görevini yerine getirme vaktidir.

Geçmişte, neoliberal saldırılar karşısında hak mücadeleleri deneyimini yaratan bu hareket, pandemide dönemin koşullarının içinde şekillenen halkın hak mücadelelerinin nasıl yenileneceğinin ve sınıf mücadelesinin güncel biçimlerinin de formülünü bulacaktır.

Onlar, cephe diye sağlık emekçilerini bir savaşa sürdüyse, biz kendi cephemizde yaşamak için son nefesimize kadar savaşmaya hazırız.

Onlar kadınları katletmeye yeminliyse, biz kentleri ateşe vermeye hazırız.

Onlar işçilerin cebindeki üç kuruşa göz diktiyse, bizden çaldıklarını söke söke geri almaya hazırız.

Onlar bir avuç patronun çıkarı için toprağımızın altını üstüne getirecekse, biz memleketin altını üstüne getirmeye hazırız.

Halkımıza ve örgütümüze güvenerek attığımız her adım, memleketin bereketli topraklarında keşfedilmeyi bekleyen her cevher aşkına, inatla ve dirençle hak ettiğimiz günleri kendi ellerimizle yaratacağız.


Nebiye Merttürk: Halkevleri Genel Başkanı

Sendika.Org'a Patreon'dan destek ol