Sağlık Bakanlığı’na açık mektup: Sağlık emekçilerine ne zaman sahip çıkacaksınız?

COVID-19 hastalığına yakalandı, hep korkardı ve hayatının son anına kadar da korktu. O korkuyla da hayata veda etti. Bir sürü kronik hastalığı olmasına rağmen rapor alırken ve hatta doktora giderken çekine çekine giderdi; ya maaşım kesilirse, ya sigorta primim eksik yatarsa, ya yönetim bana rapor aldım diye tavır alırsa, ya işten çıkarılırsam, tutanak tutarlarsa diye diye hayata gözlerini yumdu

Reyhan Karadeli 18 Ocak 2021 SAYI 7

Değişen hiçbir şeyin olmaması ne garip değil mi teknoloji çağında, her şey hızla ilerlerken işçilerin, emekçilerin yaşamlarının ve haklarının olduğu yerde sayması ve hatta geriye gitmesi, elimizdeki haklara da göz dikilmesi ne garip değil mi!

Dört yıl olmuş üstteki yazıyı yazalı, o zamanki beni ve benim gibi korkuları olanları, benim gibi hissedenleri kaleme almıştım. Eğer yayımlanırsa, ismimin açıklanmasını istemiyordum o zamanlar. Şimdi artık ismim de açıklansa, başka bir şey de olsa umurumda değil! Yapılan haksızlıklar öylesine çok arttı ve sabrımızı taşırdı ki… Bıraktığım yerden devam edeceğim…

2020 Mart ayında COVID-19 adında bir salgın hastalıkla mücadele başladı tüm dünyada; panik, korku ve bilgisizlik hemen herkese aynı çaresizlik duygusunu yaşattı. Bir yığın açıklama, bir yığın “önlem alınacak” sözü derken, pandeminin yükü sağlık çalışanlarının üzerine yıkıldı. “Yıkıldı” diyorum, çünkü sağlık çalışanları için hiçbir ekstra önlem alınmadı, alınmış gibi gösterildi ama… Başlangıçta maske, dezenfektan bile bulamaz haldeydik, bunlar için bile sürekli mücadele verdik. Velhasıl üzerimize yıkılan yük o kadar ağır ki bu yükü kaldırmaya çalışırken biz en az 350 sağlık çalışanını, 350 mesai arkadaşımızı, 350 insanı kaybettik.

Yeter, Fahriye, Kadir

Caaanım Yeter üniversite hastanesinde temizlik işçisiydi. COVID-19 hastalığına yakalandı, hep korkardı ve hayatının son anına kadar da korktu. O korkuyla da hayata veda etti. Bir sürü kronik hastalığı olmasına rağmen (kalp kapakçığında pil takılıydı ve diyabet hastasıydı) rapor alırken ve hatta doktora giderken çekine çekine giderdi; ya maaşım kesilirse, ya sigorta primim eksik yatarsa, ya yönetim bana rapor aldım diye tavır alırsa, ya işten çıkarılırsam, tutanak tutarlarsa diye diye hayata gözlerini yumdu Yeter…

Fahriye! Eşi kanser hastası… Dört yıldır eşine bakabilmek için işitmediği laf, uğramadığı mobbing kalmadı. Çünkü refakatçi raporu alma hakkı yoktu Fahriye’nin, 696 sayılı Kanun’la taşerondan sözde kadroya geçirilen işçilere refakatçi raporu alma hakkı da tanınmamıştı. Tıpkı taşerondan kadroya geçen işçilere verilmeyen işçinin istediği zamanda emekli olma hakkı gibi, yıllık izinlerin, doğum ve ölüm izinlerinin en asgari sevide verilmesi gibi. Yani Fahriye de işlerinde geldiğinde “sağlık çalışanı”, gelmediğinde “sen kimsin?” olanlardandı. Eşinin kemoterapi alacağı zamanlar için izin istemeye gittiğinde, “İzin veremeyiz, şu pandemi döneminde yasak, hep aynı bahaneyle geliyorsun” diye kırk dereden su getiriyorlardı. Fahriye’nin eşi hayata gözlerini yumdu, yani artık Fahriye de bu sisteme “kesintisiz” hizmet edebilir!

Tarsus’ta gece nöbetinde yorgunluktan kalp krizi geçirip hayata veda eden 38 yaşındaki hemşire Kadir Salduz geliyor gözlerimin önüne nöbetin dayanılmaz bir hal aldığı bir aralık… En kısa nöbet 16 saat. Haftanın üç ya da dört günü nöbet tutuyoruz, o da eğer bir arkadaşımız pozitif çıkmaz, yerine bakmak zorunda kalmazsak. Gencecik insanları kaybediyoruz. Yorgunluktan, kronik hastalıklarının nüksetmesinden hayata veda ediyor insanlar ya da istifa edip ayrılıyorlar, emekliliği dolanlar hemen emekli olup kaçarcasına gidiyorlar. Oysa pandemi döneminde deneyimiyle, bilgisiyle yetişmiş insanlara ihtiyaç vardı öyle değil mi? Oysa sağlık çalışanları bu kadar apaçık ortada olan bir gerçek için bile, COVID-19’un meslek hastalığı olarak kabul edilmesi için bile büyük mücadeleler vermek zorunda kalıyor değil mi?

Alkışı boşverin, bize haklarımızı verin

Hastanelerde verilen yemekler bile göstermeye yetiyor sağlık çalışanlarına verilen değeri anlatmaya. Onca uzun nöbetlerde dinlenebilmek için, bir çay içebilmek için bile doğru düzgün bir alanımızın olmaması anlatıyor bize verilen değeri. Böylesi bir dönemde bile, karnımızı doyuracak, insanca bir yemek hakkı için büyük mücadeleler vermesi gerekiyor sağlık çalışanlarının oysa.

Hastanelerde saldırıya uğrayan, bıçakla rehin alınan, kendilerini korumak için barikat kuranlar da biziz yine, o “emekleri çok kıymetli olan sağlık çalışanları” yani. Saldırılar karşısında hiçbir yaptırım uygulanmadan, hiçbir önlem alınmadan, tamamen hasta ve hasta yakınları ile karşı karşıya bırakılan sağlık çalışanları…

Bir Sağlık Bakanlığı yokmuş gibi bu ülkede, işyerlerimizde. Kendi söz verdileri ek ödemeleri bile yapmayan Sağlık Bakanlığı ne zaman görünecek şimdi değilse? Sağlık çalışanlarını az da olsa hatırlıyorlar aslında. Üniversite hastanelerindeki sağlık çalışanlarına imzalamaları için gönderilen tip sözleşmesi gibi uygulamalarla. Öğretim üyeleri, asistan hekim ve tüm sağlık çalışanlarını kıskaca almaya, itibarsızlaştırmaya, tüm özlük haklarına el koymaya yönelik kölelik düzenini dayatan sistemli saldırılarını gerçekleştirirken “virüsün nimetleri”nden yararlanıyorlar.

Oysaki, sağlık çalışanları ne ayrıcalık istedi ne çok şey. Salgının ilk gününden bu yana canla başla çalışıyorduk, çalışırız da. Yeter ki haklarımızı tırpanlamadan alalım; ne alkış isteriz ne de ek ödeme… Sağlık çalışanları yalnızca haklarını istiyor!

Düşük ücretler, uzun çalışma saatleri, haftanın altı günü çalışmak, yeteri kadar dinlenememek, nitelikli ve yeterli beslenememek. Özel hayatımıza da yetememek, sahipsizlik duygusu endişelerimizi, kaygılarımızı katmerledi. İşte sağlık çalışanları bu sesin duyulmasını istiyor. Yok mu sesimizi duyan? Sağlık Bakanlığı sağlık emekçilerine ne zaman sahip çıkacak? Şimdi değilse ne zaman?

Sendika.Org'a Patreon'dan destek ol