Sağlık hakkı, yalnızca sağlık sisteminin sermayeden arındırılmasıyla değil halk sağlığı krizine yol açan tüm toplumsal koşulların ortadan kaldırılmasıyla sağlanabilir. Yıllar önce sağlık alanının piyasalaştırılmasına karşı yürüttüğümüz sağlık hakkı mücadelesini bugün piyasalaşmış sağlığa ve sağlık krizine neden olan toplumsal koşullara, yani kapitalist uygarlığa karşı yeni bir toplumsal düzen hedefiyle yeniden kurmalıyız
Bugün gündelik hayatın bize en yakıcı şekilde dayattığı mücadele gündemimiz halk sağlığı. Öyle ki yeni yıla girerken ilk dileğimiz önce ‘sağlık’ olmadı mı hepimizin? COVID-19 pandemisi toplumun tüm kesimlerini etkiliyor ancak koruyucu önlemleri sağlayabilme, hastalığa yakalanma riski ve hastalandıktan sonra sağaltım imkânlarına erişme konusunda herkes eşit değil. “COVID-19’dan ölmezsek açlıktan öleceğiz” diyenle onu açlığa mahkûm eden arasındaki çelişki, en keskin ucu bu eşitsizliğin. Pandeminin böylesi aleni sınıfsal bir sorun olarak yaşanıyor olması aslında sağlığın toplumsal koşullarca belirlendiğini en çarpıcı şekilde gösterdi. Toplumsal tıp kapitalist tıp karşısında yenildi ama haklılığını koruyor. Şimdi toplumsal tıbbın izinde halk sağlığını yeniden inşa etmek ise bizim görevimiz.
Kapitalizm sağlık alanını kendi diliyle kurdu, tıp sermayenin egemenliği altında gelişti. Geçtiğimiz on yıllarda, tüm temel hizmetlerde olduğu gibi sağlık alanı da bir neoliberal dönüşüm süreci geçirdi. Ülkemizde bu geçiş süreci 2003 yılında ilan edilen Sağlıkta Dönüşüm Programı ile yaşandı. Bu program gündeme geldiğinde karşısında ciddi bir mücadele de sergilendi ve sağlık hakkı mücadelesine ilişkin önemli bir deneyim yarattı. Peki sağlığın piyasalaşmasına karşı yürütülen bir önceki mücadelenin talepleri ve hareket biçimi bugün tamamen piyasalaşmış sağlığa karşı mücadeleyi karşılayabilir mi?
Sağlıkta Dönüşüm Programı’yla birlikte sağlığın temel kamusal bir hak olmaktan çıktığı artık hepimizin ezberi. Sağlık alanının, sermayenin beslenme alanı haline gelecek şekilde neoliberal politikalar doğrultusunda şekillendirilmesinin adıydı ‘Sağlıkta Dönüşüm Programı’. Taraflardan biri sağlık sermayesi ve onu kollayan besleyen devlet-iktidar, diğeri ise sağlık emekçileri ve sağlık hizmetinden yararlanacak olan halk kitleleri. Sağlıkta dönüşüme karşı mücadelenin temel talepleri şöyleydi: sağlık hizmetinin herkes için eşit, parasız, ulaşılabilir bir hak olması, koruyucu ve önleyici sağlık hizmetlerine ağırlık verilmesi ve sağlık emekçilerinin güvencesizleştirilmemesiydi.
Sağlıkta dönüşümde ABD sağlık sistemi örnek alındı ancak ne ironiktir ki pandemiyle mücadele(!) ABD ile kıyaslanarak onların ne kadar kötü bizim ne kadar iyi bir sağlık sistemimiz olduğu anlatılmaya çalışıldı. ABD’de GSS sistemi nedeniyle kitleler sağlık sistemi dışında kalmış durumda, parası olmayan hiçbir şekilde sağlık hizmetinden yararlanamıyor. Bizde de prim, katkı ve katılım paylarıyla birlikte, sağlığın finansmanı giderek artan bir biçimde sağlık hizmeti alanlara yükleniyor. Parasız sağlık hizmeti talebi ilk dile getirildiğinde de tam da bu gidişatı hedef alıyordu. Ancak daha gidecek yol var. Toplumsal mücadelelerin ve seçim dönemlerinin etkisiyle yapılan ertelemeler nedeniyle, halkın sağlık hizmetine erişim için yaptığı ödemeleri ve hükümetin sorumluğunu gözden kaçırmaya yönelik dolaylı tahsilat biçimleri geliştirildi ve parası olmayanın sağlık sistemi dışında kalması henüz geniş kitlelerin sorunu haline gelmedi. Aksine AKP’nin en büyük şovu tedavi hizmetlerini ‘erişilebilir’ kılmak oldu. Ancak yaşanan şey, halkın sağlığa erişmesinden çok, sağlık işletmelerinin müşteriye erişmesiydi. Devlet bir yandan özel hastaneleri teşvik eder bir yandan da kamu hastanelerini işletme mantığıyla dönüştürürken, bir garantili müşteri kitlesi olarak pazarlanan halk ile bu işletmeler arasındaki temas kanallarını mümkün mertebe açtı. Pandemi döneminde de özel hastaneler parası olmayan COVID hastalarına bakmasa da kamu hastanelerinde böyle bir durum yaşanmadı.
Oysa sağlık hakkı yalnızca tedavi hizmetlerinden faydalanabilmeyi değil, esas olarak sağlığımızın korunmasını temel almalı. Sağlık hizmetlerine parasız, eşit bir şekilde erişme hakkı da bunun yalnızca bir bileşeni. Bu talepler geçerliliğini korusa da tek başına yeterli değil. Pandemide sağlık hizmetine erişimdeki sorunun temel nedeni sağlık sistemi dışında kalmak değil, pandeminin epidemiyoloji bilimine, toplum sağlığına uygun yönetilmeyişi oldu. Daha pandemi öncesi dönemde GSS borcu olanların sağlık sistemi dışında kalacağı tartışılıyordu, iktidarın bu süreci erteleyerek zaman kazandığı da hatırlansın.
Sağlık emekçileri açısından yaşanan proleterleşme ve güvencesizleşme süreci bu yazının konusu değil ancak onun da tartıştıklarımızla iç içe geçmiş bir süreç olduğunu aklımızda tutalım.
Sağlık hakkının sağlığımızın korunmasını temel alması gerektiğini söyledik. Nedir bu sağlığı korumak? Yalnızca sağlığı koruyacak ve hasta olmayı önleyecek bir sağlık sistemi mi? Pandemi ile birlikte koruyucu sağlık hizmetlerinin önemini bir kez daha hatırladık. Ancak hatırladığımız şey yine sağlık sistemi içerisinde koruyucu bir sağlık hizmetinin örgütlenmesindeki eksiklikler. COVID-19’un yayılmasını önlemek, kontrol altına alınmasını sağlamak adına oluşturulan filyasyondaki başarısızlık ve şimdi de COVID-19 aşısıyla ilgili yaşanan belirsizliğin en önemli nedeni birinci basamak sağlık hizmetlerinin ortadan kaldırılmasıdır. Haliyle koruyucu sağlık sistemi deyince ilk aklımıza birinci basamak sağlık hizmetlerinin gelmesi de anlaşılır bir durum. Birinci basamak sağlık hizmetleri, temel olarak önleyici ve koruyucu sağlık hizmetlerinden oluşur. Ülkenin en ücra köşelerine kadar ulaşmış sağlık ocakları hepimizin hatırındadır. Yalnızca sağlık hizmeti verilmez aynı zamanda yaşam alanlarının sağlıklı olması konusunda da çalışmalar yapılırdı; içme suyundan çevre sağlığına kadar. Sağlığın tanımı ve kapsamı şimdiki halinden daha genişti. Sadece hasta olanları tedavi etmek değil, hasta olunmaması için yapılan bir dizi çalışma vardı. Yalnız yine dikkat edelim ki sağlık sistemi örgütlenmesi içerisinde bir yapıdan bahsediyoruz. Sağlıkta Dönüşüm Programı koruyucu sağlık sistemini ortadan kaldırdı ve sermayenin ana yatırım alanı olan tedavi edici hizmetler ağırlık kazandı. Böylece Sağlıkta Dönüşüm Programı’na karşı mücadele içinde koruyucu sağlık sistemine ağırlık verilmesini talep etmek anlaşılır bir durum. Ancak bugün bu da yeterli değil.
Birincisi, sağlıksızlığın toplumsal nedenleri ortadan kaldırılmadan, yalnızca koruyucu ve önleyici sağlık hizmetlerinin verilmesi sağlığı koruyamaz.
İkincisi, artık birinci basamak sağlık hizmetleri de tıpkı tedavi edici hizmetler gibi piyasalaştırılmış durumda. Üstelik toplum sağlığını değil bireysel sağlığı koruyup geliştirmek sermayenin yatırım ve büyüme alanı.
İçme suyunun temiz olup olmadığını incelemek, değilse suyu temizlemek bize yetmez. Suyun kirlenmesine neden olan koşullar ortadan kaldırılmalı. Hastalıkların erken teşhisi, kronik hastaların düzenli takip edilmesi, gebelerin düzenli takibi, aklınıza gelebilecek tüm koruyucu ve önleyici sağlık hizmetlerinin veriliyor olması bize yetmez. COVID-19’a karşı aşılamayı mükemmel bir birinci basamak sağlık hizmetiyle sunmak bize yetmez. Yani sağlık hakkını yalnızca tedavi edici hizmetlere erişim hakkı olarak sınırlamadan koruyucu sağlık hizmetlerine erişim olarak tanımlamak da bize yetmez. Bugün yaşam pratiklerimiz bunu bize gösteriyor.
COVID-19 pandemisiyle hasta olmamak için neye ihtiyacımız olduğunu, neyin yanlış gittiğini daha iyi kavramış bulunuyoruz. COVID-19 bir işçi sınıfı hastalığı ve işçi sınıfı kıyımına dönüşmüş durumda. Pandemi sermayenin çıkarları doğrultusunda yönetiliyor, gerçekçi önlemler alınmıyor. Salgının yayılmasını önlemek bireysel önlemlere indirgeniyor, iktidarın aldığı tedbirler daha çok yasaklama ve denetleme aracına dönüşmüş durumda. Halk savunmasız bırakılırken imkanlar patronlar için seferber ediliyor. İşçi sınıfı hastalanıyor, ölüyor ama patronlar kârlarına kâr katıyor. Üstelik de işçi sınıfı bu nedenle ölüyor. Patronlar kazanmaya devam etsin, iktidar da bunun güvencesi olsun diye. Sadece COVID-19 hastalığı değil, pandemiyi yaratan koşullar da bir halk sağlığı sorunu. Yani iklim krizi, doğa talanı, endüstriyel hayvancılık hepsi birer halk sağlığı sorunu.
Bugün sağlıklı olabilmek için insanca yaşayacak ücret alamamak, işyerinde sağlığını kaybetme ya da işe giderken toplu taşımalarda hasta olma korkusuyla yaşamak, elektrik-su-doğalgaz gibi hizmetlere de erişememek bir halk sağlığı sorunu. Eğitim hakkının pandemi nedeniyle eşitsizlik yaratacak şekilde ihlal edilmesi, okullar kapalıyken kuran kurslarının ve tarikat yurtlarının gericiliği yaymaya devam etmesi bir halk sağlığı sorunu. Haliyle tüm bu alanların mücadelesi; ücret mücadelesinden kent doğa mücadelesine, işyerinde çalışma koşullarının iyileştirilmesinden eğitim hakkı mücadelesine, temel hizmetlere erişimden gericiliğe karşı mücadele halk sağlığı hareketinin bir parçası, bir sağlık hakkı mücadelesidir.
“Koruyucu sağlık mı istiyorsunuz, alın size hayal bile edemeyeceklerinizi sunuyoruz” diyerek yanıt üretiyor sermaye. Aklımıza ilk aşı gelecektir. Başlı başına bir tartışma konusu. Aşının parasız, eşit, ulaşılabilir olması ayrı bir başlık; sermayeden arındırılması konusu ise temel nokta. Asıl dikkat çekmek istediğim nokta sermayenin tam da COVID-19 sürecinde korkularımıza, endişelerimize cevap üretecek hamlelerde bulunması. Sağlık fütüristleri uzunca bir süredir insan ömrünü uzatacak, teknolojiyle birlikte geleceğin sağlık sistemine yön verecek yenilikler konusunda oldukça sıra dışı tartışmalar yapıyorlar. Hayal denebilecek tartışmalar ancak bir kısmı gerçekleşmiş, bir kısmı da gerçekleşme aşamasında. Özellikle dijital sağlık sektörü alanındaki yatırımlar ve yenilikler bize geleceğin sağlık sistemi hakkında ipuçları veriyor. Siz hasta olmadan tükürüğünüzden, dışkınızdan, vücut salgılarınızdan hasta olup olmayacağınızı anlayan sistemler günlük yaşamınızın bir parçası olabilir. Tuvaletiniz dışkınızı inceleyebilir, aynanız ateşinizi ölçebilir, lavabonuz tükürüğünüzden virüs kapıp kapmadığınızı anlayabilir. Gen haritanıza göre sağlık yaşamınız dizayn edilebilir. Dijital sağlık asistanınız yiyeceğiniz yemeklerde size dokunacak maddelerin olup olmadığını söyleyebilir.
Bunlar olmayan şeyler değil, benzer sistemleri kullanıyoruz bile. Dijital sağlık sisteminin günlük hayatımızın bir parçası olmasıyla kişisel verilerin paylaşılması, denetlenme gibi distopyalara hiç değinmiyorum bile. Tabii ki insan sağlığına katkısı olacak teknolojik gelişmelere öcü gözüyle bakıp, bir distopya sunmak değil niyetim. Bu bir yandan da teknoloji ve sosyalizm tartışmasına kadar gider. Burada dikkat çekmeye çalıştığım nokta şu ki sermaye koruyucu ve önleyici sağlık alanına yatırım yapıyor, dijital sağlık da önde gelen alanlardan. Sağlık teknolojisi COVID-19 sürecinin yükselen yıldızı olarak tanımlanıyor. CB İnsights (yatırım faaliyetleri hakkında pazar bilgisi sağlayan bir platform) dünyada dikkat çeken 150 dijital sağlık girişimini sıralamış ve 12’sinin 1 milyar doların üzerindeki özel şirketleri içeren unicorn listesinde yer aldığı bildirilmiş. Bu girişimler daha çok hastaneye gitmeden uzaktan sağlık hizmeti sunmaya, tanı, görüntüleme hizmetlerine, kronik hastalıklara yönelik yapay zekâ temelli uygulamalara yönelik.
Türkiye’de Yeşil Science- FluAI isimli dijital sağlık ürünü kullanıcıya sunulmuş bile. Üst solunum yolu enfeksiyonlarında kişisel analiz yapıp öneriler sunan bir uygulama. Doktora gitmenize gerek kalmadan boğazınızın fotoğrafıyla ve girdiğiniz verilerle yapay zekâ size hastalıkla ilgili bilgi ve öneriler sunuyor. Yine Türkiye’de Türk Telekom-TT Ventures ile Virasoft arasında yapılan işbirliği üzerine yapılan açıklama sermayenin bu alana yönelik iştahına ufak bir örnek: “Yerli yapay zekâ şirketi Virasoft’a ortak olduk. Sağlığın ve bu alana yapılan yatırımların ne kadar önemli ve stratejik olduğunu yeniden hatırladığımız bu günlerde, sağlık sektöründe fark oluşturacak proje ve girişimlerimiz devam edecek.” Yine ülkemizde kullanıma girecek olan bir uygulama daha: Bayer’in finansal destek sunduğu Albert Health Sağlık Asistanı uygulaması. Türkiye’de bin kadın bu uygulamadan ücretsiz yararlanıp, kadın doğum hekimleriyle uzaktan görüşebilecekmiş. (Belki de başlamıştır bile.) Yeri gelmişken halk sağlığı hareketi içerisinde kadın sağlık hakkını da tartışacak, kadın hareketiyle halk sağlığı hareketinin kesişen, bütünleşen yanlarını değerlendirmeye de ihtiyacımız var.
Sonuç olarak ‘sağlık hakkı’ sağlık hizmetlerinin herkes için eşit, ulaşılabilir, parasız bir hak olmasıyla birlikte temelde sağlıksızlığı yaratan koşulların ortadan kaldırılmasıdır. Yaşamın her alanı bir sağlık sorununu ve sağlıklı olma hakkını içerir. Sağlık hakkı, yalnızca sağlık sisteminin sermayeden arındırılmasıyla değil halk sağlığı krizine yol açan tüm toplumsal koşulların ortadan kaldırılmasıyla sağlanabilir. Yıllar önce sağlık alanının piyasalaştırılmasına karşı yürüttüğümüz sağlık hakkı mücadelesini bugün piyasalaşmış sağlığa ve sağlık krizine neden olan toplumsal koşullara, yani kapitalist uygarlığa karşı yeni bir toplumsal düzen hedefiyle yeniden kurmalıyız. Halk sağlığı, ancak devrimci bir hareket olarak örgütlenecek bir halk sağlığı hareketi ile yeniden tesis edilebilir.