Türkiye'de COVID-19 salgını tam da iki 8 Mart arası döneme denk geliyor. Bu süreçte kadınlar evde ve işyerinde katlanan sorunlarla yüz yüze geldi. Özellikle de sağlık emekçileri, market emekçileri ve eğitim emekçileri. Bu meslek gruplarından 6 kadına son bir yıl içinde neler yaşadıklarını, 8 Mart’a giderken neler düşündüklerini sorduk
Farklı meslek gruplarından 6 kadına 8 Mart’a giderken neler düşündüklerini sorduk. Kadınlar pandeminin bütün hayatı etkisi altına aldığı, faşizmin şiddetinin tırmandığı koşullarda neler yaşadıklarını, hangi tepki ve talepleri 8 Mart’a taşıdıklarını anlattılar.
SES Aksaray Şube’sinin önceki dönem yöneticilerinden, hemşire Emine Atar anlatıyor:
Öncelikle bu pandemi süreci cinsiyet gözetmeksizin tüm sağlık çalışanlarını çok fazla yıprattı, yordu, hatta öldürdü. Bu süreçte bizler görevimizi yaptık. Ancak hem maddi hem de manevi destek görmedik. İlk başlarda çok ciddi şekilde malzeme sıkıntısı yaşadık. Daha sonra bizi sürekli performans sağlıklı dönüşüm programıyla, gün yüzüne çıkan performans sistemini dayattılar. Bizim zaten kökünden karşı olduğumuz bir şey performans sistemi. Bütün ödemelerimiz bizim temel maaşlarımıza yansıtılsın derken anca performansla denkleşen bir maaşla ücret alıyoruz. Bu süreçte üç ay tavandan ödeme dediler ve bu kadrona göre mesela. Burada sağlık bir ekip işidir, kimseyi düşmanlaştırmak anlamında söylemiyorum ama bir sağlık işçisi kadın hiçbir ödeme almazken, biz ucundan köşesinden biraz aldık, doktor arkadaşlar ise biraz fazla aldılar, bu da iş barışını bozan bir şey. Çünkü temizlik işçisi bir kadın gidip hasta odasını temizliyor, en fazla riske maruz kalıyor. Buna rağmen ne bir izin ne bir esnek çalışma ne de bir ödenek, herhangi bir iyileştirme yaşamadılar.
Bizleri de şu şekilde sıkıntıya soktular: Ben çalıştığım yerde vardiyalı çalışıyorum. Bütün yıllık izinler, emeklilik hakkımız her şeyimiz kaldırıldığı için dolayısıyla norm kadroya yakın bir kadroyla çalıştık. Günaşırı nöbet şeklinde bizim kendi ayarlamamız yönetimin bu anlamda bize herhangi bir desteği olmadı. İdare herhangi bir inisiyatif kullanmadı. Ancak mesela aynı serviste çalışan bir arkadaşınız COVID oluyor. Hem arkadaşınıza üzülüyorsunuz hem nerden kapmış ben dün onunla yemek yemiştim kaygısı ve bu kaygı hiç geçmiyor. Çünkü küçücük odalara hapsedilmiş durumdayız. Doğru düzgün dinlenme alanlarımız yok. Çalışma ekibi kalabalık olunca mecburen maskesiz oturabileceğimiz bir alana ihtiyaç duyuyoruz ve orada birbirimize bulaş olabiliyor. Bunun önüne asla geçemiyorlar çünkü ergonomiyi buna göre düzenlememişler. Bir sağlık çalışanının dinlenme hakkı olduğunu, 24 saat nöbet tutan bir insanın en azından nöbet esnasında ayağını uzatıp dinlenebileceği bir alana ihtiyaç duymamışlar bugüne kadar. Bundan dolayı sıkıntılarımız oluyor. Bunlar genel olarak yaşadığımız sıkıntılardı.
Hemşire kadınlar neler yaşadı?
Hep dile getirdiğimiz çocuğun bakım rolü, evde görünmeyen emek dediğimiz işler. Aslında bana göre hemşireliğin mesleki olarak karşılığı da hastanedeki görünmeyen emek, evde ev işçisi kadının yaptığı şey ne ise hemşireliği de öyle görüyorum ben. Yani cinsiyetçi bir durumla karşılaşıyoruz. Mesela kadın hem bu kadar riski göze alıp işe gelmek zorunda hem çocuğu olan kadınlar çocuğumu kime bırakacağım diye düşünmek durumunda kalıyor. Örneğin ebeveynlerden birisinin hasta olması durumunda çocuğunu kime bırakacağı gibi kaygılar ortaya çıkıyor. Bunun yanında bir de geçim derdi var. Hastahanelerin kreşleri çok yüksek fiyatlarda olunca oraya da yönelemiyoruz.
Pandemi ilk başladığı zamanlarda devlet iradesiyle biz alkışlatıldık. Bilmem saat kaçta sağlık çalışanları için alkış kampanyaları yaptılar. Sen bir devlet olarak özlük haklarını düzeltmek gibi, maaşları iyileştirmek gibi ya da bu insanların bir çoluğu çocuğunun olduğunu bilmek ve bunları düşünmek yerine, beni niye kutsuyorsun ki? Ben kutsanacak bir şey yapmıyorum. Üniversitesini okudum, maaşlı bir iş yapıyorum. Beni kutsadığın için sen benim hakkımı vermek gereği hissetmiyorsun. Bunun için kutsuyorsun yani kolay olanı yapıyorsun. Bu şekilde derdimiz bitmiyor. Kadın hastanede hasta bakıyor, evde çocuk bakıyor, eşine, ailesine bakıyor; bu roller hiç değişmedi. Hani eril bir dil vardır ya erkeğin söylediği, ben evde eşime yardım ediyorum. Bir hayatı paylaşan insanlar bunun aslında ikisinin de görevi olduğunu bile hala bu süreçte bile anlamadılar. O tantanada hasta mı olacağım, ölecek miyim, kalacak mıyım diye düşünürken bir de çocuklarıma kim bakacak, çocuklarım ne yiyecek, ben işteyim yemek yapamadım çocuğum ne yiyecek kaygısı yaşadılar.
Pandeminin en ağır yaşandığı kentlerden Zonguldak’ta SES’te ve Kadın Emeği Platformu’nda mücadele yürüten sağlık emekçisi Hamide İpek anlatıyor:
Ülkemizde sağlık çalışanı olmak zaten zorken COVID sürecinde sağlık çalışanı olmak daha zor oldu. COVID’e yakalanma korkusunun yanında yaşlı – hasta anne babamıza, eşimize, çocuklarımıza hastalık bulaştırma korkusu oluştu hepimizde. Bunun sonucu olarak birçoğumuz ailemiz ile aynı evde yaşayamaz hale geldik. Ailemizi kapıdan ya da balkondan ettiğimiz ziyaretlerle görebildik. Stresli çalıştığımız ortamdan eve gelip sevdiklerimize sarılarak rahatlamak varken bizler ayrı kaldık ya da aynı evde yaşamak zorunda kalarak sarılmak yerine korkumuza yenilerini ekledik.
Bütün bunların yanında işyerinde devam eden hasta ve hasta yakınlarından gördüğümüz şiddet vardı ve hala da var. İlk ayda ellerini balkonlardan bizleri alkışlamak için kaldıranlar, şiddet uygulamak için kullanmaya başladılar yeniden.
8 Mart’a giderken çıkınınızda neler var?
Tabi COVID sürecinde sağlık çalışanı olmanın yanında bir de kadın sağlık çalışanı olmak var. Artan iş yükünün yanında evdeki sorumluluklar devam ediyordu. Hatta daha da artmış hali ile devam ediyordu. Okula gidemeyen çocuğun eğitimi, bakımı, beslenmesi ve çoğu zaman bakacak birini bulmak zorunda olmanın arayışı; çünkü sağlık çalışanlarının çocukları için de kreş kapalı idi. işten gelip yemek yapma, sonrasında bulaşık, çocuğa ders çalıştırma, evde kaldığın gün temizlik… Toplumsal cinsiyet rolleri gereği bizden beklenen ev ve bakım işlerini yapmak zorunda idik. Ülkemizde kadın olmak da zor kadın sağlık çalışanı olmak da…
Bu nedenle “kadın, yaşam, özgürlük” demek için her zaman örgütlü ve sokakta olacağız.
Eğitim Sen 3 No’lu Şube’de ve Avcılar Kadın Platformu’nda mücadele yürüten, pandemi döneminde de diğer eğitim emekçileri gibi uzaktan eğitimin yarattığı sorunlarla dolu bir yıl geçiren eğitim emekçisi Eren Ertin anlatıyor:
Öğretmenler olarak bizim evden çalışmamız birkaç aşamalı bir şey. Şöyle ki, normalde biz okula gidip dersimizi verip çıkıyorduk. Ama şu anda öyle bir şey söz konusu değil, gün içerisinde hem veliyle uğraşıyoruz hem okulun idari kısmıyla uğraşıyoruz. Örneğin geçen mesela gece cumhurbaşkanı açıklama yaptıktan sonra idareden haber geliyor, hemen programlar değişiyor, sabah ona göre derse giriyorsun. Yani idareci seni her saatte WhatsApp grubuna girmeye zorunlu hale getiriyor. Bu birebir esnek çalışma aslında, bizdeki esnek çalışmanın önü epeyce açıldı. Eskiden okuldan çıkınca işimiz kısmen de olsa bitiyordu, tabii yine velilerle görüşmelerimiz oluyordu ama daha azdı. Şimdi idareci gece 11.30’da 12’de bana program atıyor. Bunların dışında kadınların iş yükü çok fazla arttı.
“Pandemiyle birlikte hijyen sağlama işi de yine kadınlara düşüyor”
Çocuk sahibi olan kadınlarda hem çocuğun dersleriyle ilgilenmek hem bakımıyla ilgilenmek kadına düşüyor. Erkek ve kadın evden çalışıyorsa bile ev işleri yine kadına yükleniyor. Pandemiyle birlikte gelen hijyen vs. sağlama işi de yine kadına düşüyor. Elbette bu öğretmenlere özgü bir şey değil ama örneğin, evde çalışıyorken ara vakitlerde bile yemek yapmaya çalışıyor, temizlik yapmaya çalışıyor. Normalde çocuğu olan arkadaşlar “Okula geliyorum, biraz kafam dinleniyor” diyorlardı. Çünkü sürekli çocuğun bakımıyla ilgilenmek zor. Dolayısıyla şimdi onlarda kalmış oldu artı sosyalleşme imkanlarımız da kalkmış oldu. Normalde öğretmen odasında bir araya gelirsin sorunlarını paylaşırsın ve bununla ilgili mücadele alanın da açılır. Erkekler yine bu bakım emeği, ev işleri bu görünmez emek kısmıyla çok ilgilenmedikleri için kısmen de olsa o sosyal alanlarını var etmeye çalışıyorlar. Ama kadınlarda öyle bir şey yok, tamamen eve hapsedilmiş durumda şu anda kadın öğretmenler. Doğalında erkek eğitim emekçilerine oranla kadın eğitimciler kat kat daha fazla sıkıntı yaşıyorlar.
SES Ankara Şube Eş Başkanı Nazan Karacabey anlatıyor:
8 Mart’ların her kadın için anlamı çok büyük. Ama bu 2021 yılının 8 Mart’ı özellikle kadın sağlık emekçileri için çok önemli diye düşünüyorum. Elbette ki bütün emekçi kadınlar için, pandemide evde kalamayan ya da evde kalıp da görünmeyen emeğini katbekat arttıran kadınlar için çok önemli. Ama sağlık emekçisi kadınlar için çok daha önemli bir 2021 8 Mart’ı. Önemli bir gün. Çünkü hem alanda çok ciddi plansızlıklardan kaynaklanan artan iş yükü ve evlerde aynı şekilde katbekat artan bakım hizmeti hem de ekstra pandeminin getirdiği temizlik, dezenfeksiyon durumuna dair fazladan sarf edilen emek yüzünden bu dönemde kadınların, özellikle sağlık emekçisi kadınların iş yükü çok arttı. Çünkü 2020’in 8 Mart’ında böyle ufak ufak geliyordu artık pandemi derken 11 Mart’ta ilanı oldu pandeminin.
Pandeminin ilanı ile birlikte bütün memlekette sağlık emekçileri teyakkuza geçirildi. Ankara da bu anlamda merkezdi. Çok uzun süre hasta sayısı gerilemedi. Yanlış ya da şeffaf olmayan ifadeler yüzünden artan iş yükü bir türlü fark edilemedi. Durumun ciddiyetinin kavranması zaman aldı. Sağlık iş gücü ve sağlık emeğinde özellikle yüzde 70’inin kadınların oluşturduğu bir emek gücünden bahsediyoruz. Pandemiye yetersiz bir sayı ile girdi. Var olan sağlık hizmetine erişim de sayı olarak çok azdı ve Ankara’da Şehir Hastanesi’nin açılmasıyla pek çok hastane tek bir yerde birleştirildi. Bu birleşme ile birlikte pek çok hastaneden dışında kalan hastanelerden sağlık emekçileri oraya gönderildi. Çünkü yerin uzaklığı yüzünden, koşullarını zorlamak istemeyen pek çok sağlık emekçisi emekli olmayı tercih etti. O dönemde bu da iş gücünün sayısının azalmasına sebep oldu. Çünkü yeni gelen, mezun olan sağlık çalışanı var. Her meslek için söylüyorum bunu. Hekimler de dahil.
Ama bir güvenlik soruşturması meselesi çıktı. Bu güvenlik soruşturmasından geçtikten sonra hekimler atanabiliyor, mecburi hizmet kurasına girebiliyor ya da öğrencilerin sınavı kazandıktan sonra bile böyle bir şeyden geçmesi gerekiyor. Farklı yerleştirme usulleri yüzünden biz pandemiye Şehir Hastanesi meselesi ile birlikte açık olan sağlık emeği iş gücü bir türlü kapatılamadığı gibi giderek çoğalan bir eksik sayı ile girdik. Bakım hizmetinde yer alamayan pek çok sağlık ve sosyal hizmet emekçisinin filyasyonda görevlendirilmesi söz konusu oldu. Kadın sağlık emekçileri, farklı istihdam şekilleri ile farklı çalışma modelleri ile her hastaneye göre neredeyse farklı uygulanan bu modellerle hem evinde hem de iş yerinde farklı baskı, mobbing ve artan iş yükü ile baş başa kaldı. Bu gerçekten son bir senenin kadın emeği için sömürü alanıydı aslında. Pandemi iyice derinleştirmiş oldu. Kreşler kapalıydı. Çocukların bakımı tek başına kadınların üzerine kaldı. Okul çağındaki çocukların okullar kapalı olduğu için ya da EBA’daki pek çok sorundan dolayı ödev yapma, ders takibi yine kadınların üzerine kaldı. Yani temelde her kadın için bu geçerli bir sorunken sağlık emekçisi kadınlar bir de pandeminin yükünü sırtladığı için farklı bir ağırlığı oldu pandeminin.
“Pandemi geçip hayat normale dönse bile biz sağlık ve sosyal hizmet emekçileri için hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”
Bu plansız, liyakatsız atamalar, yer değişiklikleri, günü kurtarmaya yönelik çabalar elbette ki çok olumsuz etkiledi. Ruh sağlığını çok derinden etkileyen bir durum bu. Pandemi geçip hayat normale dönse bile biz sağlık ve sosyal hizmet emekçileri için hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Tahayyülü zor. Pek çok durum aslında mesleğimizin gereği gibi düşünülüyor. Ama bizler pandemi eğitimleri ile mezun olmuyoruz. 100 senede 1919’daki İspanyol gribinden beri pek çok salgın var. Ama bu kadar yıkıcı, bu kadar derin, bu kadar küresel bir şey olmadı. O yüzden bu pandemi. O yüzden sağlık emekçilerinin üzerinde izleri kaldı ve kalacak.
“Sağlık hizmeti bir ekip işidir”
Bizler için bir ek ödeme çıktı. Bir “müjde” olarak atfedilen durum çalışma barışını bozan bir durumdu. Çok ciddi farklarla ödemeler yapıldı. Hiç almayan arkadaşlarımız sağlık emekçileri oldu. Biz sağlık hizmetinin bir bütün olduğunu, her mesleğin, hastanenin bahçesinden girdiğimiz andan itibaren her mesleğin yeri doldurulamaz olduğunu, her meslek kıymetlidir. Çünkü sağlık işi bir ekip işidir. O ekipteki zincirdeki herhangi bir aksama tüm işi alt üst eder. Siz istediğiniz kadar mükemmel bir cerrahi operasyon yerine getirin. Bakım hizmetindeki, tedavi hizmetindeki bir aksama, o bütünlüğü, o başarıyı boşa düşürür. İstediğiniz kadar etkili tedavi yapın, enfeksiyonun önüne geçmeyen, enfeksiyonu engellemeyecek bir temizlik, hijyen, hastane içerisindeki yoksunluğu bütün başarıyı çöpe götürür. Direkt insanın hayatını etkileyen meseleler bunlar. O yüzden hastanenin kapısından girildiği andan itibaren her mesleğin hayati önemi olduğu pandemi ile ortaya çıktı.
Ama bunun çok az insan farkına vardı. Başta da bu ek ödeme vaadiyle ek ödeme müjdesiyle çıkan Sağlık Bakanlığı, çok ciddi haksızlık yapıldı. Temizlik hizmetini yürüten işçilerin pek çoğu kadın. Bakım hizmetini yürütenlerin pek çoğu kadın. Bu adaletsizlik bir kere meslek grupları içinde ciddi bir kopukluğa neden oldu. Ayrıma neden oldu. Mesela kadın asistan hekimlerin maruz kaldığı mobbing ve ağır çalışma koşulları çok koşulmadı. Asistanlar, hemşireler, temizlik işçileri, herkes her şekilde üstlerinin mobbingine ve baskısına maruz kaldı. Bunlar sağlık emekçileri üzerinde çok ciddi iz bırakacak.
“Bilgi açığını kapatmaya yönelik çalışmalar yaptık”
Şimdi alım gücümüz azalıyor. Çünkü her şey durmadan zamlanırken, bizlerin hayatımızı idame ettireceğimiz makul ücretimiz giderek miktarını yitiriyor, kaybediyor. Şimdi bizim özlük haklarımız için, mali haklarımız için sesimizi çıkarmamız ne kadar doğal. En doğal hakkımız. Ankara’da birkaç tane hastane önünde gerçekleştirebildik. Ondan sonra çok ciddi engellemelere maruz kaldık. Pandeminin herkes şaşkınlığını yaşarken, SES olarak Ankara’da bilgi açığını kapatmaya yönelik çalışmalar yaptık. Devamında da hastanelerdeki arkadaşlarımızın özlük ve mali hakları için sosyal medyada fark edilir eylemlere dökmeye çalıştık. Devamında Ankara’da çok ciddi baskıya, engellemeye maruz kaldık. Artan bir iş yükü var. Evde artan bir iş yükü var. Bir tarafta işini kaybetme kaygısı var. Bir tarafta hayatınızla sınanıyorsunuz. Öyle bir durum varken, sağlık emeği organize olamadı. Her çalışan bir tarafa savruldu.
“Kadınların etkilendiği hiçbir konudan ayrı tutamayız sağlık çalışanı kadınların yaşadıklarını”
Yani son birkaç yıldır feminist hareket, kadın emeğine dair çok ciddi çalışmalar yapıyor. Bu çok kıymetli ama sağlıkta kadın emeğinin pandemide ortaya çıkan özel bir çalışma gerektirdiğine kafa yormak lazım. Feminist hareketin bu konularda emeğe sahip çıkma konusunda bilinç yükseltme çalışmaları yapmak lazım. Diğer taraftan pandemide ötelenen ve erişilemeyen sağlık hizmeti de sağlıkçılar açısından çok önemli. Hastane içerisindesiniz, ama artan iş yüküyle birlikte kendi sağlık talebinizi öteliyorsunuz. Bütün kadınların nasıl engellenebilir, kanser gibi ciddi rahatsızlıklarının kontrolü aksadığı gibi özellikle sağlık emekçisi kadınların da aksadı. Kadınların etkilendiği hiçbir konudan ayrı tutamayız sağlık çalışanı kadınların yaşadıklarını. Sadece bu pandeminin yükünü çok büyük oranda sırtlanmanın getirdiği bir zorluk. Çünkü bizler üstümüze uyacak tulum bulmakta bile zorlandık. Standart erkek bedenine göre şekillenmiş koruyucu ekipmanlardı. Gözlüğünden, tulumuna, önlüğüne varana kadar sıkıntılıydı. Yüzde yetmişinin kadınlardan oluştuğu sağlık emeğinin koruyucu ekipmanlarının erkek bedenine göre yapılmış olması bile çok ciddi bir sıkıntı. Bu tulumlar saatlerce giyildi. Tulumu çıkartmamak için su içmemeyi, yemek yememeyi tercih eden arkadaşlarımız vardı. Ama bir sağlık ve sosyal hizmet emekçisini o noktaya getiren nedir? Yani o kadar yoğunlukta 24 saat çalışmayı niye tercih eder bir sağlık emekçisi? Bunu tercih edebilirsiniz ama sistem neden sizin bu tercihinize, hayatınızın daha önemli olduğunu söyleyerek karşı durmaz. Bu anlamda gerçekten sağlık ve sosyal hizmet çalışanları açısından bu 8 Mart’ın önemi ortaya çıkıyor.
Devrimci Sağlık İş üyesi Reyhan Karadeli anlatıyor:
Şu bir senede yaşadıklarımızı hiçbir şeye sığdıramadık biz. Ne korkuya ne kaygıya sığdırabildik. Hepsi bir arada oldu. Hepsinden arınmak zorunda kaldık, görevlerimizin gereği. Korkuyorduk ama bir yandan yapmak zorundaydık bu işi. Bir yandan eve taşımak da istemiyorduk virüsü. Ama evde bakmakla yükümlü olduğumuz çocuklarımız var. İşimiz, evimize ekmek götürdüğümüz, mesleğimiz diyeyim, bunları bir kenara bırakarak hareket etmek zorundaydık.
Ben temizlik işçisiyim. İkilemler içerisinde çok zorlandık. Bu arada sahipsizlik duygusu içerisindeydik. Ben her yerde söyledim bunu. Çok sahipsiz hissettim kendimi süreç boyunca. Kendimi bu alanda hükümet açısından, yetkililer açısından, işverenler açısından sahipsiz hissettim. Fırsatçı tavırlarından rahatsızım ve huzursuzum. Hiçbir şey görmedik. Ne bir ücret artışı ne bir psikolojik destek. Psikolojik destek birimleri kurdular. Ama kim vakit ayırabilir ki oraya. Baskıları değil de ücretleri arttırsaydılar keşke. Çalışma saatlerimizi düşürseydiler mesela. Bu söylediklerimle beraber ek ödeme de alamadık. Ekipman bulamadık. Ekipman bulsak da bize sıra gelmedi. Doktorlar, hemşireler derken bize kalırsa ekipman kullanıyorduk. Şartlar gittikçe ağırlaştırıldı. İleriye gitmesi gerekirken, düzelmesi gerekirken olmadı. Bir acemilik olur, şartlar kötüdür, ama tecrübe edilerek aşılır. Biz bunu yaşayamadık maalesef. Halihazırda da bir sürü sıkıntımız var.
“Evde de çalışmaya devam ediyorum”
Kötü eğitim sistemi içerisinde çoluk çocuğumuzla onların eğitimiyle ilgilenmek zorunda kaldık bir anne olarak, yetersiz internet altyapısı vardı. Çocuklar derslere katılamadılar. Bunun yükü de bizim üzerimizde. Evde bakım da yine işten geldiğimde uğraştığım yemek ve ev işi ile uğraşıyorum. Nöbetten sabah çıkıyorum. Evde de çalışmaya devam ediyorum.
“8 Mart’ın bizim için ayrı bir önemi var”
Devrimci Sağlık-İş’te örgütlüyüm. Karşı sendika tarafından çok kötü bir toplu sözleşme süreci yürütüldü. Hiçbir hakkımızı alamadığımız gibi bir de üstüne olan haklarımızın da bir kısmı elimizden alındı.
Bu pandemi sürecinde, hükümetin ve yönetenlerin bizleri sahiplenmemesi bizleri üzüyor ve yıpratıyor. Zaten görmezden geliniyorduk ama pandemi sürecinde böyle olmasaydı bari. O yüzden bu 8 Mart’ın bizim için ayrı bir önemi var.
***
Market işçisi Nergis Dokman anlatıyor:
Pandemi döneminde çalışmak zorunda kalan kadınlar için emek sömürüsü katlanarak devam etti. Ev içinde eşit bölüşülmesi gereken işler temizlik, çocuk bakımı gibi işler kadınların ev geçindirme gibi yükümlülükleri olmadığı gerekçesiyle genelde öncelikli olarak işten çıkarıldıklarını söyleyebiliriz.
Marketlerde çalışan kadınlar nelerle karşılaştı?
Marketler virüse yakalanma riskinin yüksek olduğu yerlerden birisi. Bu durum kadınlar açısından psikolojik olarak yıpratan bir süreçti. Evde küçük çocuğu veya kronik rahatsızlığı bulunanların bakımıyla ilgilenen kadınlar bu dönem ücretli izin yerine artan mesailerle çalışmak zorunda kaldı.
8 Mart’a giderken çıkınınızda neler var?
Elbette 6 Mart’ta ve 8 Mart’ta sokakta olacağım. “Bu hayat benim” demek için 6 Mart’ta Kadıköy’de, 8 Mart’ta Taksim’de Feminist Gece Yürüyüşü’nde olacağım.
8 Mart’a giderken her yıl giderek artan yan yana gelişlerimizi düşünüyorum. Birbirimizden aldığımız güçle büyüyen kadın dayanışması en büyük motivasyon kaynağı benim için.