Paris Komünü’nün Osmanlı basınındaki yansımaları ve Komün’e katılan Türkler

1871 yılında dönemin Sadrazamı Âli Paşa tarafından yayımlanan Emirname-i Sami (Yüksek Emir) devletin olaya bakışını yansıtmaktadır ve Paşa’ya göre Komün fikirlerinin Osmanlı topraklarına girmemesi için tedbirler almak hükümetin görevleri arasındadır

Hamit Erdem 18 Mart 2021

“Komün galebe (üstün) geldi.
Kırmızı Cumhuriyet denilen güruh Paris’e hükmediyor…”

Gazeteler; 25 Mart 1871, Paris’ten bildiriliyor…

Avrupa’da büyük toplumsal değişimlerin yaşandığı 1848 devrimleri, Osmanlı topraklarına ulaşmamış, Osmanlı basını da yaşanan gelişmeleri başka bir dünyadan olaylar gibi haberleştirmiştir. Örneğin İstanbul’da yayımlanan Ceride-i Havadis gazetesi; 402. sayısında “Viyana Amelesinin Askerle Çatışması” haberini sütunlarına taşımış; sonraki bazı sayılarında da “Avrupa’da Ortaya Çıkan İnkılabat”, “İhtilallerin Muhakemesi”, “Leroux ve Proudhon”, “Sosyalist Takımının Toplantı Yerlerinin Kapatılması” başlıklarıyla Avrupa’yı sarsan devrimleri okurlarına böyle yansıtmıştır.

Sosyalizm üzerine ilk büyük tartışmaların yapıldığı, kamuoyunun gündemini meşgul ettiği; hem saraya yakın olanlarda hem de muhalif basın organları ile dönemin Osmanlı aydınları arasında görüşlerini açıklama zorunluluğunu hissettikleri dönem ise, Paris Komünü sonrasıdır.

Paris Komünü bilindiği üzere, 18 Mart 1871’de Paris halkının Paris’in yönetimine el koymasıyla başlamıştır. Aristokrat ve burjuva yönetim modellerine alternatif olarak ortaya çıkan “Komün Hükümeti” 72 gün Paris’i yönetmiş, ancak kendisinden sayıca ve silahça çok üstün Versay birliklerinin saldırılarına karşı koyamayarak yenilmiştir.

Komün birlikleri Paris’te mahalle mahalle, ev ev savunma yapmış, bir hafta süren bu direnişten sonra yirmi beş bini aşkın komüncü ya barikatlarda ya da ayaküstü kurulan mahkemelerde kurşuna dizilerek öldürülmüştür.

Komün’den geriye kalan ise; baştan sona yakılmış yıkılmış Paris ve bütün Avrupa’daki burjuva sınıflarını ürküten “ya başarılı olsalardı!” duygusudur.

Avrupa’da sosyal dengeleri alt üst eden, çeşitli ulusların burjuva sınıflarına o zamana kadar yaşamadıkları korkuları yaşatan Komün günlerinin -basın organlarına yansıdığı gibi- Osmanlı’da hem taraftarı hem de karşı çıkanı bulunmaktadır.

Yaşasın Komün

“Eşkıya Kumandanı” Marx, Osmanlı basınında…

Osmanlı basınında Paris Komünü’nün hemen öncesinde de sınıf mücadelesi ve Karl Marx üzerine yazılar ve değerlendirmeler yapılmıştır.

Örneğin 9 Şubat 1871 tarihinde İstanbul’da yayımlanan Hakayik-ul Vakayi gazetesi, Osmanlı’da ilk defa Karl Marx’ın bir makalesine onun imzasıyla yer vermiştir. Marx, Almanya ve Fransa arasındaki savaşa değindiği bu makalesinde; Almanya Başbakanı Bismarck’ı eleştirmekte ve Bismarck’ın Fransa’ya karşı izlediği düşmanca politikanın hem Fransa hem bütün de Avrupa’daki özgürlükleri boğduğunu yazmaktadır. Gazetedeki makale, Marx’ın şu cümlesiyle son bulmuştur: “Şurasından dolayı memnun olabiliriz ki, Fransa şimdi yalnız kendisi için değil Almanya’nın ve Avrupa’nın hürriyet ve serbestîsi için fedây-ı can ederek kanını dökmektedir.”

Bu makaleden sonra İstanbul basınında Karl Marx’ın ismine sıklıkla rastlanmaya başlanmıştır. Ancak asıl yoğunluk, 1871 yılı ilkbaharında “Paris Komünü” ve Marx’ın “Komün” üzerine yazdığı yazılarla kendini göstermiştir.

Aynı günlerde İstanbul’da yayımlanan Terakki gazetesi de Marx’ın Paris Komünü ile ilgili bir mektubuna sütunlarında yer vermiştir. Ancak İstanbul gazeteleri akla ziyan bir mantıkla Karl Marx’ı okurlarına şöyle tanıtmıştır: Karl Marx, “‘Enternasyonal adında bir asiler şirketinin reisi’, ‘haydut ve eşkıya kumandanı’ ve ‘Londra da kemal-i emniyet ve rahat içinde oturan bir pehlivan…’”

Osmanlı Basınında Karl Marx’ın tartışıldığı yıllarda Marx’ın kendisi de “Doğu Sorunu”nuyla ilgilenmiş; Türkiye üzerine yazılar yazmış, incelemelerde bulunmuştur. Marx, İngiliz siyasetçi Gladstone’un Bulgaristan’da Osmanlı’nın yaptığı zulmü anlattığı kitabını eleştirmiş, onu Rusya’nın Polonya’da yaptığı katliamları görmeyerek ikiyüzlülükle suçlamıştır. Gladstone’un Hristiyan Bulgarların haklarını yüceltmesine karşı, Marx; “Türk köylüsünün ahlaki değerlerini ve Muhammed’in çocuklarının bütün Hıristiyan sahtekârlara ve ikiyüzlü gaddarlık tacirlerine karşı sağlam şerefli tutumunun” altını çizmiştir.

Marx, Osmanlı Rus savaşıyla ilgili Wilhelm Liebknecht’e yazdığı 4 Şubat 1878 tarihli mektubunda savaşı Türklerin kazanmasını istediğini belirterek şöyle yazmıştır:

Biz iki nedenden ötürü kesinlikle Türklerin tarafını tutuyoruz. İlk neden, çünkü biz Türk köylülerini inceledik ve onları kesinlikle Avrupa’daki köylülüğün en yetenekli en ahlaklı temsilcilerinden biri olarak tanıdık. İkinci neden, çünkü Rusların yenilgisi, öğeleri çok bol olan sosyal devrimi hızlandırabilir ve böylece bütün Avrupa’da bir dönüm noktası olabilirdi.

Marx ve Engels, Rus otokrasisinin Avrupa’yı olumsuz yönde etkileyeceği, Avrupa devrimlerini boğacağını düşünerek Osmanlı’nın Rusya’yı bir ölçüde durdurabileceğini düşünmekteydi. Marx, Avrupa’daki klasik feodalizmden farklı özellikler gösteren Doğu’daki siyasal rejimler ve köylü sınıflarının sosyal yapılarıyla ilgili analizleri de bu yıllarda kaleme almıştı.

Marx üzerine biyografi kitabı bulunan Isiah Berlin, Marx’ın Osmanlı İmparatorluğu tarihi üzerine araştırma yapmak için, (1830’larda İstanbul’daki İngiliz Sefaretinde çalışmış ve Türk dostu David Urquhart adlı bir İngiliz milletvekilinin tavsiyesiyle) Osmanlıca öğrenmeyi düşündüğünü yazmıştır.

Paris Komünü’nün de üç Türk: Mehmet, Reşat ve Nuri Beyler…

Şair, gazeteci, düşünür Namık Kemal, 1867 yılında Tasvir-i Efkâr gazetesinde yazdığı “Şark Meselesi” başlıklı makale sonrasında gazetenin yayını Osmanlı hükümetince durdurulmuş ve kendi de -İstanbul’dan uzaklaştırılmak maksadıyla- Erzurum’a vali muavini olarak sürülmüştür. Ama o Erzurum’a gitmek yerine Paris’e kaçmış, oradan da Londra’ya giderek 1868 yılında Hürriyet gazetesini çıkarmaya başlamıştır.

Namık Kemal’in Tasvir-i Efkâr’ı çıkardığı günlerde (1862 yılı) kendisinin de içinde olduğu bir gizli örgüt olan Yeni Osmanlılar Cemiyeti örgütlenmeye çalışmaktadır. Örgütün diğer üyeleri arasında; Beyzade Mehmet, Kayazade Reşat ve Menâpirzâde Nuri Beyler bulunmaktadır. Padişahın yetkilerinin kısıtlanması ve meşruti bir rejim için mücadele eden örgüt bir ihbarla deşifre olunca Mehmet, Reşat ve Nuri Beyler 1867 yılında Paris’e kaçmış ve muhalif kimlikleriyle Paris ve Cenevre’de mücadelelerine devam etmiştir. Mehmet, Reşat ve Nuri Beyler ile Namık Kemal’in dayanışması ve işbirliği sürgünde bulundukları Avrupa kentlerinde de devam etmiştir.

Cenevre’de İnkılab gazetesini çıkaran Yeni Osmanlılar Cemiyeti kurucuları, devrimci-demokrat bir hareketin öncülerinden olmuşlardır. Yeni Osmanlılar Cemiyeti lideri konumundaki Mehmet Bey ise gizli örgüt kurmak ve yönetmek suçundan İstanbul’da -gıyabında- idama mahkûm edilmiştir.

Daha sonra Mehmet, Reşat ve Nuri Beyleri 1871’de Paris Komünü’ne katılan ve Komüncülerin saflarında mücadele eden üç Türk olarak görmekteyiz.

1870’de Prusya ordularının Paris’e yaklaşmaları üzerine şehir savunmasını üstlenen General Trochu kentin savunmasında görev almayacakların kentten ayrılmasını istemiş, pek çok insan Paris’i terk etmiştir. O tarihlerde yirmi altı, yirmi dört ve yirmi iki yaşlarında olan Mehmet, Reşat ve Nuri Bey ise “Ulusal Savunma” yönetimine başvurarak Paris’i savunmak için gönüllü olmuşlardır.

Ekim 1870’te Reşat Bey, General Trochu’ya hitaben şu mektubu yazmıştır:

Paris, 4 İlkteşrin 1870

General,

Türküm ve vatanıma Fransa’nın yaptığı hizmetleri unutmadım. Minnet duygusunun ve büyük bir millete zaruri olan demokratik ruhun heyecanlarıyla, general, sizden rica ederim, Fransız Cumhuriyeti’nin düşmanlarıyla harp etmek için beni gönüllü olarak Fransız ordusuna alınız. Vatanperverliğiniz hakkındaki hayranlığımı ve Cumhuriyetçi Fransa için beslediğim bağlılık duygularımı lütfen kabul ediniz general.

Reşat.

Paris’te Komün’ü, Fransız üniformaları içinde ve başlarında fesleriyle savunan Türk gönüllüler Komün yenildikten sonra Brüksel’e gitmiş oradan İstanbul’a dönmüşlerdir.

Komün ve barikatlar…

İbret Gazetesi: “Komüncüler haklıdır…”

Namık Kemal -Paris Komünü’nden bir yıl sonra- “sermuharriri” olduğu İbret gazetesinde Komün’ü savunan yazılar yazmıştır.  Komün’e katılan Nuri ve Reşat Beyler de aynı gazetede yazı yazmaktadır.

Namık Kemal makalesinde; “Komün taraftarlarının tuttukları yolun doğruluğunu, onlara karşı yapılan suçlamaların haksızlığını -Komüncüler- delilleriyle göstermiştir”, diye yazmış; “Versaylıların tarih huzurunda alınlarında zalim ve iftiracı damgasıyla anılacaklarını; Komünarların ise insan toplumunu ıslah etmek isteyen ve bu uğurda canlarını feda etmekten çekinmeyen kahramanlar olarak yüceleceğini” kaydetmiştir.

Reşat Bey İbret’in üçüncü sayısında Komün’ü savunan uzun bir makale yazmıştır. Makalenin başlığı; “Devair-i Belediye Tarafdaranı”, yani, Komün Taraftarları, ya da Komünarlar’dır.

Makalede; “Komün devrimcilerinin komünist sayılmasının cahilce bir değerlendirme olduğu, komüncülerin cumhuriyet fikrinin savunucusu gerçek yurtseverlerden meydana geldiği, Komün ihtilâlinin sosyal adaletin sağlanmasını isteyen aynı zamanda sömürgecilik karşıtı bir hareket olarak kabul edilmesinin” doğru olacağını yazmaktadır.

Reşat Bey yazısını önemli ayrıntıyla bitirmektedir. Cezayir meselesinde Komün, Cezayir halkının bağımsızlığını tanıdığını açıklamıştır.

Nuri Bey de, İbret’teki bir yazısında emeğin hakkını alamadığı bir dünyaya uygar denemeyeceğini vurgulayarak şöyle yazmaktadır:

Avrupa’nın hemen her tarafında amele sınıfı yürekler dayanmayacak bir haldedir. Bir fabrikacı mâlik olduğu sermayesi kuvvetiyle birkaç bin kişiyi esir gibi kullanıyor. Gördükleri işin onda birine mukabil olacak derecede bile ücret vermiyor. Öyleyse niçin çalışıyorlar? Ya ne yapsınlar? Ameleden biri ücretin azlığından dolayı bir fabrikayı terk ettiği takdirde başka fabrikaya kabul olunmaması için fabrikacıların ittifakı var…

Takvim-i Vakayi: “Avam takımının ayaklanması…”

Osmanlı Devleti’nin resmî gazetesi Takvim-i Vakayi de Avrupa’daki sosyalist eylemlere ve Paris Komünü’ne dair yazı ve haberler yayımlamış, Birinci Enternasyonal’i “Fesat Cemiyeti” olarak nitelendirmiştir.

Almanya’daki komünistlerin “menfi rolleri ve güçleri” hakkında değerlendirmelerde bulunmuş, “avam takımının” devlete karşı ayaklanması karşısında Fransa Meclisine sunulan ve isyancılara hadlerini bildiren hazırlıkları hararetle destekleyerek, bu haberlere sütunlarında yer vermiştir.

Dönemin ünlü gazeteci ve yazarlarından Ahmet Mithat Efendi de Paris Komünü ve Birinci Enternasyonal konusunda yazılar yazmıştır. Ahmet Mithat Efendi yazılarında; Komün hareketinin ezilmesini onaylamakta, Fransız burjuvazisinin Paris halkına uyguladığı “gaddar ve zalim şiddeti” eleştirmekle beraber, buna Komün yanlılarının sebep olduğunu düşünmekte, Birinci Enternasyonal tezleri karşısında tarafsız olduğu kanısı uyandırırken, despotik burjuva rejimlerini savunmaktadır.

Sadrazam Âli Paşa: “Komün fikirleri; -Allah göstermesin- eşkıyalığı mubah kılmak demektir”

1871 yılında dönemin Sadrazamı Âli Paşa tarafından yayımlanan Emirname-i Sami (Yüksek Emir) devletin olaya bakışını yansıtmaktadır ve Paşa’ya göre Komün fikirlerinin Osmanlı topraklarına girmemesi için tedbirler almak hükümetin görevleri arasındadır.

Âli Paşa emirnamesinde özetle; “İşçilerin kapitalistle zenginlik ve nimetlerden faydalanma hususunda eşitliğini sağlamak amacıyla ortadaki malları bölüşmek ve hükümeti onlarla ortaklaşa idare etmek gibi zararlı fikirler, 1860 ve 1861 yıllarında meydana çıkmıştır ve habis ruhlardır. Avrupa’nın her yerine yayılmış ve bu fikirleri besleyenler Enternasyonal adıyla büyük bir dernek kurmuşlardır. Yaratılış kanununa aykırı bu fikirlerin gerçekleşmesi –Allah göstermesin– türlü türlü ihtimaller ve çatışmalar doğurur. Bu haydutluğu ve eşkıyalığı sistemleştirip mubah kılmak demektir. Bu zararlı heyetin fesat çerçevesini Osmanlı topraklarına kadar genişletmeye çalışması ihtimalden uzak değildir. Bu fikirlerin İmparatorluk içine girmemesini sağlamak, maksat ve emellerine ulaşmalarına kesin olarak fırsat vermemek ve gerekli tedbirler almak hükümetin görevidir” denilmektedir.

İslam’ın yoksula el uzatan ruhu ve sosyalizm…

Diğer taraftan İslamiyet’in, haramı ve tefeciliği yasaklayan, yardımlaşmayı, dayanışmayı ve kardeşliği temel aldığını savunan bir grup aydın, aynı değerleri savunan sosyalizmin İslam ile uyuşabileceğini savunmuştur.

Tercüman-ı Şark başyazarı Şemsettin Sami’ye göre, Batı uygarlığının en temel fikirlerinden olan sosyalizm, iyiliği temsil eden yüksek bir fikirdir ve “mallarda eşitlik” talep eden komünizmin karşıtıdır. Almanya’da açıklanan ve uzlaşmacı sosyalizm demek olan “Gotha Programı” da esas olarak İslamiyet’e uygundur.

1880 ve 1885 yıllarında Nafia ve Hariciye bakanlıklarında bulunmuş Hristiyan inançlı Sava Paşa, sosyalizmin eşitlikçi ve topluma adalet getirmeyi amaçlayan prensiplerinin İslam dininin sosyal politikalarıyla aynı olduğunu savunmuştur.

Şura-yı Ümmet’te Alaattin Cemil imzasıyla çıkan bir yazıda İslamiyet’in Sosyalizme izin vermediği ileri sürülmüş, İştirak gazetesinden Ahmet Nebil buna cevap vererek; Alaattin Cemil’in sosyalizmin felsefesini bilmediğini, bilakis İslam’ın yoksula el uzatan dayanışmacı ruhunun sosyalizmi emrettiğini, sosyalizmin iyi bir rejim olduğunu savunmuştur.

Komün ve sokak savaşı…

Maarif Nazırı Münif Paşa: “Vakıa, musibet büyüktür ve İştirakiyyunun bulduğu çare doğru değildir”…

II. Abdülhamit döneminin Maarif Nazırı Münif Paşa ise dönemin üniversitesinde, Hukuk Fakültesi derslerinde sosyalizmin yanlışlığı konusunda verdiği hüküm şöyledir:

Bu fasılda mevzubahis olan mezheplerden biri de komünizm –Le communizme- ve sosyalizm –Le sosyalizme- mezhebidir ki bizde İştirakiyyun mezhebi deyu tabir olunmaktadır.

Bu mezhep erbabı, insanların bir takımı zenginlik ve saadette ve diğer takımı fakr ü zarurette yaşadıklarını görüp bu babda müsavat (eşitlik) husulünü arzu ederler.

Velinimet-i bî minnetimiz padişah-ı efendimiz hazretlerinin memleketinde, her ferdin sığınacağı bir yer ve haline göre bulacağı bir yol olduğundan Memalik-i Şahaneye bu gibi mezahib-i batıla giremez.

Fakat Avrupa, hususen de İngiltere böyle değildir.

İşte İştirakiyyun tarafgiranı asıl bu gibi halleri dikkate alarak: Hep insanlar karındaş yani hazreti Âdem ve Havva evlâdı olduğu halde, bir adamın milyonlara malik olması ve öte tarafta milyonlarla adamların bir karış toprağa hatta bir lokma ekmeye hasret bulunması gibi münasebetsiz müsavatsızlıkların insanoğlunun beyninde hüküm sürmesi, yalnız insanların noksan ve kusurlarından olduğundan bu müsavatsızlığı kaldırıp da hepimiz bir halde yaşayalım derler.

Vakıa musibet, pek büyük musibettir, lâkin İştirakiyyunun bulduğu çare doğru değildir.

Yazar ve çevirmen kimliği de bulunan bir başka Osmanlı Paşası, Edhem Pertev Paşa ise, 1853-1855 yıllarında Berlin Elçiliğinde başkâtip olarak bulunmuş batı dillerini bilen ve Almanya’daki sosyalist hareketi yakından izlemiş Osmanlı paşalarındandır. Türkiye’ye döndükten sonra Kızıl Bayrak adlı bir kitapçık yayımlayarak sosyalizmin yanlışlığını ispata çalışmıştır.

“Tesavî-i Emval ve İştirak-i Evlad ve İyal” yani “Mallarda, kadınlarda ve çocuklarda ortaklık…”

Gerek Avrupa’da gerekse Osmanlı toplumunda iktidarı elinde tutan gerici sınıflar, sosyalizm ve komünizm söz konusu olduğunda toplumun -yerine göre- en “zayıf” noktasından vurmayı iyi becermişlerdir. Komünizmin mülkiyeti ve aileyi ortadan kaldıracağını; mallarda “eşitlik”, kadınlar ve çocuklarda “ortaklık” düzeni kuracağını uzun uzun yazmış, her vesile ile bu yalanı yaymışlardır. Din ve geleneğin tutsağı durumundaki toplumları “karılarının ve çocuklarının” orta malı olacağı korkusuyla terbiye edip, kendi iktidarlarını uzatmanın telaşıyla bu akla ziyan propagandayı her vesile ile tekrarlamışlardır. O günlerde bir gazete de şunları yazılmıştır:

Bu komünizm davasında, bunların tezleri şudur: İnsan nesli bazı yırtıcı hayvanlar gibi tek başına yaşamayıp mutlaka birbirinin yardımına muhtaçtır. Bu sebeple teşkil olunan toplumlar da birtakım sosyal heyet mukavelelerine dayanmaktadır. Bir toplumun bütün menfaat ve faydaları da umumi heyete mahsus olup, hiç kimseye özel olarak bir mal ve mülke tasarruf etmeğe hak ve salahiyeti olamadıktan başka, hatta evlenmek ve karıkoca olmak bile caiz görülmez. Döl yetiştirmede ana ve baba belli olmayacak, bazı hayvanlar gibi rastgelen dişi ile çiftleşip vatan evladı namıyla birtakım piç yetiştirmekten ibarettir… İşte Allah bir milleti bu fikirlerinin azgınlığından muhafaza buyurmazsa o milletin üzerine Allah’ın kahrı çökmüş demektir. Zira bu illet hiçbir musibete benzemez.

Bu yalan propaganda değişik versiyonlarıyla dünyanın bütün toplumlarında ve doğal olarak bizde de bütün dehşetiyle on yıllar boyunca sürdürülmüş ve sürdürülmektedir.

Marx ve Engels’in Manifesto’da yıllarca önce yazdığı gibi: “Burjuva, karısını sırf bir üretim aracı olarak görür. Üretim araçlarının ortaklaşa kullanılacağını duyunca da pek doğal olarak ortaklaşalık kaderinin kadınların da başına geleceğinden başka sonuca varamaz” yargısı, binlerce kere kanıtlanmıştır.

İştirak gazetesi: “Sosyalizmin mucidi” Marx’ı Osmanlılara anlatıyor…

Çok milletli Osmanlı’da; Ermeni, Rum ve Yahudiler sosyalizmin kavram ve metinleriyle daha erken tarihlerde buluşurken, Türkler bunun için ünlü “İştirak” gazetesini bekleyeceklerdir.

1910-1912 yılları arasında hükümet tarafından defalarca kapatılan, her kapatıldıktan sonra bir başka isimle çıkarılan, şartlar uygun olunca yeniden “İştirak” olarak basılan gazete, aynı zamanda Osmanlı Sosyalist Fırkası’nın yayın orgadır.

Paris Komünü tartışmalarında gündeme gelen “Müslümanlık ve Sosyalizm yoldaşlığı” kavramı, İştirak’in de önem verdiği olgulardandır. Öyle ki, örneğin İştirak’in 20. sayısında yer alan bir “Beyanname”; “Zenginin servetinin kırkta biri, fukaranın hakkıdır” diyen bir ferman-ı ilahi ile başlamaktadır. Sosyalizmin temel kavramları; sınıf, proletarya, köylülüğün sorunları, emek, sınıf mücadeleleri tarihi, servet ve sermaye, örgütlenme ve sorunları, Karl Marx ve sosyalist kuramın önderleri, Türkiye’de sosyal hayat, amele meseleleri, grev ve işçi eylemleri vb. gibi farklı konular; çeviri metin, analiz ve haber biçiminde İştirak’te yer almıştır.

Karl Marx’ın resmini “sosyalizmin mucidi” ibaresiyle kapaktan yayımlayan İştirak, 1900’lü yılların ilk çeyreğinde, çok milletli Osmanlı toplumunda –o dönemin sosyal olarak en zayıf ve en hazırlıksız milleti olan- Türkleri sosyalizm ideolojisi ve literatürü ile tanıştırmıştır.

O dönemin en temel argümanlarından birisi, “Sosyalizm bizde erkendir ve de asla taraftarı olmaz” düşüncesidir. İştirak’te bununla ilgili çok yazı yazılmıştır. Bunlardan biri şöyle bitmektedir:

Aristokrat tabiatlı, beylik müptelası kimselere ne vakit sosyalizmden söz açılsa, bu mesleğin Avrupa’ya özgü olduğu, henüz bir işçi hayatı mevcut olmayan Osmanlı memleketinde bundan bahsetmek zamanının gelmediği cevabı alınır.

Gerçekten beyzadelerin yakın çevresinde, yani yemek salonlarında, tiyatro ve balolarında, seyrangâhlarında, gezinti yerlerinde, kısaca zevk ve sefa dolu yaşama alanlarında önemli bir işçi faaliyeti yoktur. Fakat memleketin tümüne birden kavrayıcı bir gözle bakılırsa, hepimizi yaşatan fakir ziraatın işçiler tarafından yapıldığı, memleket içindeki milletin bütün fertlerini geçindiren eski usul ve ağır işleyen terli sanayiin yine onlar tarafından yürütüldüğü görülür…

Bizim memleketimizde işçi hayatı yokmuş! İşçi var ya… Bunları, düşünür insan kılmak, bunlara hayat bahşetmek bir parça gayret ve himmetle olur. Sosyalist arkadaşlarımız bunu asla esirgemeyecekler ve az zamanda göğsümüzü kabartarak, meserretle göreceğiz ki sermayenin heybeti karşısında işçiler ve emekçiler birleşip ittifak ederek, diğer memleketlerde olduğu gibi burada da varlıklarını ispat     edeceklerdir.

Emek felsefesinin başarıları karşısında, ince sesli, gelin yürüyüşlü Beylerimiz lâl (dilsiz) kalacaklardır…

İştirak gazetesinin yeniden yayımlanmaya başladığı 27 Temmuz 1912 sayılı nüshasında yakında Mecmua-i Fenniye ve İçtimaiyye adında 32 sayfalık aylık bir dergi çıkarılacağını ve bu dergide Karl Marx’ın Kapital adlı kitabının da parça parça yayımlanacağını ilan etmiştir. Ancak 1913’teki İttihatçı darbe ile Osmanlı Sosyalist Fırkası’nın kapatılması bu teşebbüsü yarım bırakmıştır.

7 Haziran 1912 sayılı İştirak gazetesi. Resim altı yazısı: Almanya’da sosyalizmin mucidi Karl Marx

Türkiye’de ilk “Paris Komünü” anması: Ankara, 1922

1922 yılında henüz Cumhuriyet kuruluş sancıları yaşarken, -Ankara’da- Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası’nı kuran komünistler, partinin yayın organı olan Yeni Hayat dergisini Paris Komünü’nün ilan edildiği 18 Mart tarihinde yayımlamaya başlayarak (Komün’ün 51. yılında) Parisli devrimcilerin anısını Ankara’da yaşatmayı amaçlamışlardır.

Komün’ün 51. yılı dolayısıyla Ankara’daki Sovyet temsilciliğinde bir tören düzenlenmiştir. Bu törene, Ankara’daki komünist ve sosyalistlerden; “Ahmet Hüsnü, Ahmet Hilmi (Millet Bahçesi işleticisi), İsmail Hakkı, Bahaeddin (Şimendifer Umur-u Cerriye Müdir-i Sabıkı), Dr. Tevfik Şükrü (Aras), Baytar Binbaşı Hacıoğlu Salih, Hulusi (Afyonkarahisar Mebusu), Ziynetullah ve Cemile Nevşirvanov, Abdülkadir, Affan, Hikmet, Kenan, Mehmet Şükrü (Afyonkarahisar Mebusu), Mehmet Vehbi (Sarıdal), Nazım, Dr. Nizamettin Ali (Sav), Numan Usta (İstanbul Mebusu), F. Bektüre, Mustafa (Siverek Mebusu)” katılmışlardır.

Yeni Hayat dergisinin, 2. sayısı bu toplantıyı sütunlarına şöyle taşımıştır:

PARİS KOMMUNASI HATIRASININ TESİDİ

1870 senesi 18 Mart tarihinde Paris amelesinin, Paris hükümetini kendi ellerine alarak Komuna mefkûresinin birinci defa olarak faaliyete çıkarıldığını ve bugüne müsadif bulunan ‘18 Mart’ tarihinin beynelmilel bir amele ve komünist bayramı olduğunu mecmuamızın birinci nüshasında yazmış idik.

18 Mart gecesi, muhtelif şark memleketlerinin Ankara’daki sosyalist ve komünistleri, Rusya sefarethanesinde, sefarethenedeki komünist yoldaşların davetiyle toplanarak Paris Kommunası’nın hatırasını tesid (kutlama) etmişlerdir. Geceyi tesid için hazırlanan müsamere programı tamamıyle Paris Kommunası’na müteallik maddelerden mürekkep idi. Müsamerenin programında bervech-i âti maddeler bulunuyordu…

Şu vesile ile Profesör Golman yoldaştan sonra, Komünist Enternasyonale mensup Türkiye Komünistleri rüesasından Nazım yoldaş kalkarak kısa ve veciz bir nutuk söylemiştir…

Sadrazam Âli Paşa’nın; “İşçinin kapitalistle; zenginlik ve nimetlerden faydalanma hususunda eşit olma, ortadaki malları bölüşme ve hükümeti onlarla ortaklaşa idare etme” gibi “zararlı fikirler”in Osmanlı topraklarına sokulmaması hususundaki çabaları belli ki yeterli olmamış, yüzyılın başında proletaryanın hayaleti Osmanlı topraklarına da uğramıştır.

Nitekim daha 1895 yılında Varna’da 60’dan fazla Bulgar sosyalistinin ellerinde kırmızı bayraklar, göğüslerinde kırmızı kurdeleler ve sosyalizmin kurucusu Bavyeralı Karl Marx’ın fotoğraflarıyla şehirde bando eşliğinde yürüyüş yapmaları bunun ilk göstergelerindendir.

Kaynakça:

Hamit Erdem, Emek Tarihi Yazıları, Sel Yayınları, İstanbul 2020 (Osmanlı Basınında Karl Marx, Paris Komünü ve Sosyalizm s. 27-34; ve Komünist Manifesto’nun Türkçedeki Serüveni, s. 207-217)

N. Cerrahoğlu, Türkiye’de Sosyalizmin Tarihine Katkı, İletişim Yayınları, İstanbul 1994

Sendika.Org'a Patreon'dan destek ol