10 Ekim’le hesaplaşmak

10 Ekim Ankara Katliamı’nın üzerinden beş yıl geçti. Yıldönümünün, katliamın ardından faşizme karşı mücadele çizgisinin geliştirilmesinde toplumsal muhalefetin yapabildikleri ve yapamadıklarının değerlendirilmesine ve katliam gerçekliğiyle hesaplaşma çizgisinin ana uçlarını ve mücadele araçlarını tarif etmeye vesile olması bugün bizlerin önünde bir zorunluluk olarak görünüyor. Ancak böylece yıldönümünü, katliamda yitirdiklerimizi anmayla sınırlı bir günden çıkararak, “10 Ekim’in hesabı sorulacak” sözünün gereklerini yerine getirmeye başlamış oluruz.

Av. Sevinç Hocaoğulları 02 Ekim 2020 SAYI 1

10 Ekim Ankara Katliamı’nın üzerinden beş yıl geçti. Bu katliam ile öncesindeki Diyarbakır ve Suruç katliamları, sonrasında yaşanan IŞİD saldırıları, sokağa çıkma yasakları, darbe girişimi ve etkileri hala devam eden OHAL ile birlikte halkın ilerici hareket potansiyelini bastırmaya ve rejimi savaş, katliam üzerinden yeniden kurmaya yönelik bastırma sürecinin parçası oldu. Katliamın öncesinde, Haziran İsyanı, kadın eylemleri, Ortadoğu’da AKP eliyle de örgütlenen IŞİD gericiliğine karşı direnişe olan sempati, 7 Haziran seçim süreci yeni bir politik muhalefet eğilimini gösteriyordu. Temelinde eşitlik, laiklik, barış, kardeşleşme olan birlikte direniş uçları katliam ve savaş siyaseti ile bastırıldı. İki seçim süreci arası yaşanan katliamlar ve özellikle 10 Ekim bu sürecin dönem noktası oldu. Halkın direniş potansiyelini bastırmaya yönelik süreç sürekli değişen iç ve dış “düşmana” karşı kesintisiz savaş konsepti ve bu savaş içinde yeniden şekillen devlet, kontrgerilla, iktidar ilişkileri ile bugün de işlemeye devam ediyor.

Katliam ve savaş siyasetinin merkezinde yer alan 10 Ekim Ankara Katliamı’nın beşinci yıldönümünde, katliam siyasetinin devam ettiğinin bilinciyle, katliamdan bu yana açıktan sormayı ertelediğimiz ama yitirdiklerimizi anarken ağırlığını hissettiğimiz soruları daha fazla sormanın, sorularımıza yanıt bulmanın zamanıdır. Bir katliamla nasıl hesaplaşılır?

Faşizme karşı mücadelenin güncel görevleri

Öncelikle katliamın gerçekleştiği süreç, neye hizmet ettiği, kim tarafından nasıl gerçekleştirildiğini değerlendirdiğimizde 10 Ekim Ankara Katliamı ile hesaplaşmanın katliamın sınırlarını aşan bir görevler bütününe işaret ettiğini görüyoruz. Bu anlamda “Katliamla nasıl hesaplaşılır” sorusuna yanıt ararken yapmaya çalıştığımız şey faşizme karşı mücadelenin somut görevlerinin 10 Ekim Ankara Katliamı dolayısıyla hatırda tutulması, 10 Ekim’e özgü uçlarının görünür kılınmasıdır.

Ortadoğu halklarıyla barış mücadelesini büyütmek

10 Ekim savaş siyasetidir, 10 Ekim’de barış isteyenler katledilmiştir. Katliama verilecek yanıt barış mücadelesinin büyütülmesidir.

10 Ekim Ankara Katliamı, iktidarın kendisini Ortadoğu’daki savaş siyasetiyle yeniden kuran, iç siyaseti de böylece şekillendiren çizgisinin ürünüdür. İktidarın savaş siyaseti Suriye’nin ardından Libya ve Azerbaycan’da kendisini üretmeye devam ediyor. Sınırdışı operasyonlar, silah transferi, savaş güçlerinin eğitimi Türkiye’nin gündeminden düşmüyor. Ancak 10 Ekim Ankara Katliamı ile gelişen bastırma hamlesinden tam da beklendiği şekilde, bu süreçte, savaş siyasetine karşı mücadele, barış talebi muhalefetin görünür bir mücadele başlığı değil. Oysa bugün savaşın iktidarına karşı mücadelenin temel gündemlerinden biri savaş politikalarını sorgulayan bir politik çizginin üretilmesi, barış için mücadele olmalıdır.

Kontrgerillaya karşı mücadele

İktidarın artık Ortadoğu sınırlarını aşan savaş siyasetinin tek başına dış siyasete ilişkin olmadığı, faşist devlet yapılanmasının savaş temelli yeniden yapılandırıldığı ve muhalefetin sürekli savaş ortamında etkisizleştirildiği hepimizin bilincinde. Bu süreç kontrgerillanın kendisini yenilemesine büyük olanaklar sağladı. Türkiye’den binlerce kişinin Suriye’ye cihat için savaşmaya gittiği biliniyor. Aradan geçen beş yıl içerisinde bu sayıların güncelliğine ilişkin ciddi çalışmalar yapılmadı. Savaş hukukunun dahi işlemediği koşullarda tecrübe kazanan bu kişilerin bir kısmı bugün aramızda herhangi biri gibi yaşamlarını sürdürüyor. Bir kısmı ise Suriye’den Libya’ya, Libya’dan Azerbaycan’a sürülebilir paralı askerler konumunda. Sınır illerinde yabancı uyruklu cihatçıların da cirit attığı, çatışmaların yoğunlaştığı dönemlerde cihatçı militanların mülteci gibi Türkiye’ye geldiği biliniyor. TSK, ÖSO’cuları açıktan eğitiyor. Bugün Ortadoğu’daki çatışma bölgelerinde veya Türkiye sınırları içerisinde, Konya ve Kayseri’deki kamplarda, eğitilen kontrgerilla örgütü büyüyor. Geçtiğimiz günlerde Cübbeli Ahmet, Türkiye’de 2 bin selefi derneğinin olduğunu belirterek, “Şahıslar pompalı. İç savaşa hazırlanıyorlar” demiş, Adıyaman ve Batman’ı işaret etmişti. MİT ve kolluk kuvvetleri bu kontrgerilla ağını yönetme becerisiyle operasyonel güçlerini geliştirdi. Türkiye sınırlarında cihatçı, mülteci ve silah ticareti, savaş ekonomisini ve ağlarını geliştirdi. 10 Ekim Ankara Katliamı sanıklarından, IŞİD’in “Sınır Emiri” olduğu öne sürülen İlhami Balı’nın jandarma ve istihbaratla birlikte yürüttüğü faaliyet dava dosyalarına yansıdı. İlhami Balı ile cihatçı transferi yapanlar soruşturulmazken, bu ticaretin bir kısmı bir şekilde soruşturmalara dahi konu olmaya başladı. Geçtiğimiz günlerde Nusaybin’de 2. Hudut Tabur Komutanı olan binbaşının da bulunduğu bir çete, “göçmen kaçakçılığı” ve “rüşvet” iddialarıyla tutuklandı. 10 Ekim Ankara Katliamı dosyasına giren verilerden de bildiğimiz üzere bu kaçakçılık göçmen kaçakçılığı ile sınırlı olmayıp silah ve cihatçı militanların geçişini de içeriyor. Ortadoğu savaşının öznesi olarak görülen bu cihatçı grupların önümüzdeki süreçte iç savaş aygıtının bir parçası olarak da değerlendirilmek üzere konumlandırılabileceği sadece devrimcilerin değil, herkesin öngörebildiği, Cübbeli Ahmet de dahil olmak üzere dillendirdiği bir gerçektir. İşkence, kaçırma gibi “eski” dönem yöntemlerinin MİT, polis, jandarma tarafından açıkça uygulanması ve savunulması bu sürecin dışında değerlendirilmemesi gerekiyor. Gözümüzün önünde büyüdüğünü gördüğümüz bu kontrgerilla ağı, 10 Ekim Ankara Katliamı’nı gerçekleştirmiştir. Bu görünür gerçekliğe rağmen kontrgerillaya, faşizme karşı mücadelenin somut görevlerinin tarif edilememesi ilerici halk kesimlerinde yenilgi psikolojisine neden oluyor. Düşman büyük, halk örgütsüz… 10 Ekim Ankara Katliamı’nı gerçekleştiren katliam şebekesinin kodlarını okuduğumuzda kontrgerilla aygıtına karşı mücadelenin, faşizme karşı mücadelenin ana yönü olacağı açıktır. Bu kontrgerilla ağının işleyişinin, faaliyetlerinin basit habercilik faaliyetleri dışında gündemimizde dahi olmaması büyük bir eksikliktir.

 

Terör örgütü DEAŞ’ın, 10 Ekim 2015’te Ankara Garı önünde gerçekleştirdiği terör saldırısında hayatını kaybedenler için anma programı düzenlendi. Bazı sivil toplum kuruluşlarının öncülüğündeki bir grup, saldırının 4. yılında anma programı için gar önünde bir araya geldi. ( Evrim Aydın – Anadolu Ajansı )

Faşizme karşı özsavunma

Diyarbakır ve Suruç katliamlarının ardında gerçekleşen 10 Ekim Ankara Katliamı sonrasında sol, gerçek anlamda bir özeleştiri veremedi. Emek, Barış ve Demokrasi için yan yana gelen onbinler özgücümüzle nasıl korunabilirdi? Bu soruyu bugün dahi hala sormamak faşizm karşısında yenilgi psikolojisini besliyor. Mesele can güvenliğimizi sağlayacak bir örgütlenmenin gündemimizde dahi olmamasıdır. Oysa biliyoruz ki 10 Ekim sonrası hiçbir açıklama, hiçbir miting öncesi gibi olmamıştır, olmamalıdır. Ancak 10 Ekim Ankara Katliamı sonrası özeleştiri verilerek yapılarak eylem ve etkinliklerde özsavunma olanaklarının nasıl geliştirilebileceğine dair tartışmalar ilerletilememiş, zorunlu eylem güvenliğini almaya yönelik basit tedbir önerileri dahi dirençle karışlanmıştır. Katliamdan çıkarılan ders, polis istihbaratı ile yönlendirilmeye açık olmak, polis istihbaratları gerekçesiyle mitinglerin iptal edilebilmesi olmuştur. Bu süreçteki olumlu deneyimlerden biri Hatay’da kurulan Halk Meclisleri/Savaşa Karşı Yaşam Hakkı Meclisi’dir. Cihatçı örgütlenmeye, savaş politikalarına, eğit-donat projesine karşı mücadeleyi yaşamsal bir zorunluluk olarak gören muhalefet güçleri Hatay merkezli ve kısmen bölge illeri Adana ve Mersin’i kapsamaya çalışan çalışmalar yürütmüşlerdir. Savaşın sonuçlarını raporlaştırmış, halkın ilerici direnme eğilimlerini yan yana getirmeyi hedeflemişlerdir. Ancak özellikle baskıların arttığı OHAL süreci ile birlikte bu örgütlenme de gelişmemiş, meclislerin etkinliği tekil açıklamalarla sınırlı kalmıştır. Savaşa Karşı Yaşam Hakkı Meclisi’nin hangi olanakları görünür kılmıştır, ne hedeflenmiştir, neden yapılamamıştır sorularına yanıtlar verilmesi, bugün Türkiye’nin dört bir yanında farklı dinamiklerle (uyuşturucuya karşı mücadele, dayanışma ağları…) mahallelerde kurulacak meclis örgütlenmeleri için de deneyim olacaktır.

Elbette bu başlıkları arttırmak mümkündür ve hatta zorunludur. Örneğin savaş politikalarının sonucu olarak mülteci sorununa emek eksenli, kadın özgürlükçü ve barışı esas alan yanıtlar üretilmesi ilk akla gelen başlıklardandır.

Onlara sözümüz adalet, emek, barış ve demokrasi

Sonuç olarak, 10 Ekim Ankara Katliamı’nın beşinci yıldönümü yaklaşırken temel meselemiz faşizme karşı mücadelenin güncel görevlerini tanımlamak olmalıdır. Biliyoruz ki kendisini savaş ve katliamlarla var eden iktidar bu siyasete kendiliğinden son vermeyecek. Bu gelişkin kontrgerilla aygıtı kendisini feshetmek üzere yapılandırmıyor. 10 Ekim Ankara Katliamı’nın siyasi sorumluları adalete teslim olmayacak. Bu durumda 10 Ekim ile hesaplaşmanın katliamı olanaklı kılan savaş siyaseti ve savaş iktidarı ile hesaplaşma olduğu sürekli hatırımızda tutulmalı ve bu hesaplaşmanın güncel görevleri belirlenmelidir. Ancak böylece katliamda yitirdiklerimize verdiğimiz adalet, emek, barış ve demokrasi sözünü yerine getirebileceğiz. Mesele katliam gerçekliğinin karşısında yüzümüzü Ortadoğu’nun ilerici güçlerine dönmek, halkın ilerici, laik eşitlikçi taleplerinden güç alarak faşizme karşı özsavunma hattı örmektir. Bu hat, bugüne kadar her türlü baskıya rağmen barış bayrağını ve yitirdiklerimizin taleplerini tren garında yükseltmeye devam eden ailelerden, dava takibini katliam gerçekliğini tarihe işlemek ve tüm sorumluların hesap vermesi için sürdüren adalet arayışçılarının mücadelesinden anıt meydan mücadelesine, ağaçlara örülen battaniyeler de dahil olmak üzere faşizme karşı mücadelede umudu nerede büyüttük, nerede ne biriktirdiysek en ufak bir çabamızdan güç alarak, bu çabaları birleştirecek ve yeniden anlam verecektir.

Sendika.Org'a Patreon'dan destek ol