Sahaya inmeli

Devrimci politik güçler açısından marifet, “yönetemiyorlar” demek değil bizzat yönetemez hale getirmek ve bizzat yönetmeye girişmektir. Bu noktaya da yapılıp yapılmayacağı meçhul seçimlere yönelik %50+1 hesaplarıyla varılamaz. Bu noktaya varabilecek bir yola girebilmek için birincisi, faşizme karşı mücadeleye odaklanmış, gücünü halktan alan bir “sol muhalefet” odaklaşmasına, ikincisi ve daha da önemlisi faşizmin karşısına, ölüme ve yoksulluk içinde çürümeye terk edilen yığınları harekete geçirerek mücadele örgütlerini ve mücadele tarzlarını yaratmaya, ihtiyacımız var.

Ali Ergin Demirhan 02 Ekim 2020 SAYI 1

Siyaset, artık seyri fazlasıyla sıkıcı bir oyuna dönüşmüyor mu?

7 Haziran 2015 seçimlerinden bu yana tecrübe ettiğimiz üzere adil bir yarış yok, muhalefet partilerinin bütün adaletsizliklere rağmen kazandığı vekillikleri ve belediye başkanlıklarını koruyabileceğinin garantisi yok, seçmen kitlesi ağır ağır eriyen iktidar partilerinin çoğunluk desteği yok, geniş kitleleri peşlerine takacağını umdukları emperyalist hevesleri var ama rezil olmadan döndükleri tek bir sefer yok, memleketin başındaki zat sultanlığa soyunuyor ama hazinesinde zırnık yok, eğitim bakanı var ama eğitim yok, ekonomi bakanı var ama liranın dolar karşısında eriyip gitmesine diyecek sözü yok, istihdam paketleri var ama iş yok, bir sağlık bakanı parlamıştı ekranlarda ama onun da artık hiçbir inandırıcılığı yok, tribünleri coşturmak için yerli otomobil üretiminden büyük doğalgaz yatağı keşiflerine peş peşe müjdeler açıklıyor ama birkaç günlük gürültülü reklamlardan sonrası yok…

Hal böyle olunca parlamenter siyasetin tribünlerine taraftar ve seyirci olarak tıkıştırılmış milyonlarda bezginlik, hoşnutsuzluk, hayal kırıklığı, öfke çoğalıyor. Dikkate değer araştırma şirketlerinin anket sonuçlarına da yansıdığı üzere iktidardaki yavaş erime sürüyor ancak muhalefette de ciddi bir yükseliş gözlenmiyor. Yerel seçim zaferinin ardından bir sonraki seçimde iktidarı devralacağı iddiasındaki parlamenter muhalefet de zaten iktidara “İn aşağı, ben yerine geçeceğim” demiyor, adeta yedek kulübesinde gününün gelmesini bekliyor.

“Yönetemiyorlar” derken…

Bu koşullarda sıklıkla başvurulan “yönetemiyorlar” söyleminin tam olarak nereye denk düştüğü tartışmaya değer. Bu ülkeyi bu iktidar yönetiyor ve onu şu anda iktidardan inmeye zorlayan bir güç yok. Çok kötü yönetiyor, toplumsal rıza üretme kapasitesi giderek daralıyor ama bir hesap soran olmadığı için yıllardır bu şekilde yönetebiliyor.

Öte yandan AKP’nin ciddi bir sıkışma yaşadığı doğru. Kendi sunabilecekleri ile halkın beklentileri arasındaki bir sıkışmadan söz etmiyoruz; halk muhalefetinin büyük ölçüde evlere ve sanal ortama tıkıldığı bir durumda bu zaten mümkün değil. İktidarın organik bir ilişki içinde olduğu sermaye grupları ile TÜSİAD’da temsil edilen geleneksel tekelci sermayenin beklentileri arasında yaşadığı sıkışmadan, mesela Tayyip Erdoğan’ın faiz artışına izin vermemek üzere yönetimini değiştirdiği Merkez Bankası’na faiz artırtan sıkışmadan söz ediyoruz. Bu faiz artışını memnuniyetle karşılayan TÜSİAD Başkanı Simone Kaslowski’nin yüksek döviz kuru, Merkez Bankası’nda para kalmaması, “mülkiyet hakkı”nın hiçe sayılması, kayırmacılık, serbest piyasa ilkeleriyle çelişen uygulamalar vb. konusunda yumuşak bir dille sıraladığı eleştirilerin ışık tuttuğu sıkışmadan söz ediyoruz. Suriye’de, Libya’da, Doğu Akdeniz’de ve şimdi de Kafkasya’daki seferlerde kimisinde Rusya’yla kafa kafaya gelip kimisinde NATO üyeliği gerçekliğine takılarak yaşadığı sıkışmadan; yani kontrgerillanın birliğini muhafaza etmek ve kitle desteğindeki zayıflamayı tersine çevirmek için başlatılan sınır ötesi askeri harekatlardaki emperyal hevesler ile bağımlı bir ülke olmanın gerçekliği arasında yaşadığı sıkışmadan söz ediyoruz.

Tam da burada “yönetemiyorlar” söylemi, CHP’nin başını çektiği düzen içi muhalefetin dilinde iktidarı alma iddiasından çok düzenin asıl sahiplerine duyurulan bir şikâyete; sermayeye, kontrgerillaya, emperyalist merkezlere yönelik bir göz kırpma hareketine denk düşüyor. AKP-MHP koalisyonu da kâh TÜSİAD ve NATO’nun beklentilerine razı gelecek şekilde geri adımlar atarak kâh kudretinden sual olunmasını engelleyecek operasyonlara girişerek alternatif arayışları karşısında tedbir almaya çalışıyor. Faiz artırmama inadından vazgeçilmesi, kısa süre öncesine kadar savaş olasılığının konuşulduğu Doğu Akdeniz’de yelkenlerin hızla suya indirilmesi, beri yandan iktidarın icraat ve beklentilerine ters kimi kararlar alan Anayasa Mahkemesi’nin hedef tahtasına oturtulması, 7 Haziran 2015 seçimlerinden bu yana AKP’ye sandıkta kaybettiren anahtar parti konumundaki HDP’ye yeniden operasyon düzenlenmesi de bu bağlamda değerlendirilmeli. Bu tedbirlerin işe yarayıp yaramayacağı tartışılır ama kesin olan, egemenlerin iç operasyonları ile gerçekleşecek bir yönetim değişikliğinin, faşizmin yeni bir yüz ile karşımıza çıkması anlamına geleceğidir.

İktidardaki faşist koalisyon karşısında gerçek bir değişimi savunan devrimci politik güçler açısından ise marifet, “yönetemiyorlar” demek değil bizzat yönetemez hale getirmek ve bizzat yönetmeye girişmektir. Bu noktaya da yapılıp yapılmayacağı meçhul seçimlere yönelik %50+1 hesaplarıyla varılamaz. Bu noktaya varabilecek bir yola girebilmek için birincisi, faşizme karşı mücadeleye odaklanmış, dolayısıyla kontrgerilla ile köprülerini atmış, gücünü halktan alan bir “sol muhalefet” odaklaşmasına, ikincisi ve daha da önemlisi faşizmin karşısına, ölüme ve yoksulluk içinde çürümeye terk edilen yığınları harekete geçirerek mücadele örgütlerini ve mücadele tarzlarını yaratmaya, ihtiyacımız var.

Her iki bakımdan da enseyi karartmanın gereği yok!

İktidarın, demokrasicilik oyununu sürdürebilmek için, nüfusun %15’ini oluşturan Kürt halkını oyunun dışına atmaktan başka yol bulamayacak bir noktaya geldiği bugün, Kürt siyasi hareketini oyunun içinde tutabilmek de siyasi iktidar alternatifi olabilmenin tek yolu haline geldi. Bu gerçek, Millet İttifakı’nın “kontrgerilla ile ne pahasına olursa olsun uyum” ilkesini ciddi bir baskı altına sokuyor. Bu noktada, sosyalistlerin ve Kürt siyasi hareketinin faşizm karşısındaki ilkeli ve sağlam duruşuna dayanan bir sol muhalefet konumu, CHP içerisinde de giderek daha fazla karşılık bulmaya başlıyor. İktidar-muhalefet saflaşmasının bu gerçek üzerinden yeniden şekillendirilmesi giderek zorunlu hale geliyor.

Öte yandan burjuva muhalefeti tarafından değerlendiril(e)mese de iktidar karşısında toplumsal hoşnutsuzluk büyümektedir. TL’nin rekor değer kaybı karşısında “Kur artışına bakmıyorum, kur benim için önemli değil” diyen Hazine Bakanı’nın; EBA’nın çöküşü karşısında “Bu aslında bir taraftan bizim için olumlu bir haber, çünkü inanılmaz bir talep var” diyen Eğitim Bakanı’nın; COVID-19 verilerini açıklarken halkı yanılttıklarını itiraf eden Sağlık Bakanı’nın rahatlığı iktidar manzarasının parlaklığından değil pandemiyle birlikte daha yıkıcı bir hal alan neoliberal politikaların mağdurlarının örgütlü bir güç olarak karşılarına çık(arıl)mamasından dolayıdır. Liranın değer kaybını, enflasyon oranını, işsiz sayısını, iş cinayeti sayısını, hasta sayısını, eğitime erişemeyen öğrenci sayısını gösteren tablolar kendi başına bir şey ifade etmemektedir.

Tablolarda bir mağdurlar kütlesi olarak ifade edilen halk, devrimci toplumsal bir güç olarak örgütlendiğinde siyaseten karşılığı olacaktır. Bu hedef doğrultusunda, pandeminin ve ekonomik krizin yükünü sırtlanan emekçi halk, kendi taleplerini oluşturup yerel ve sektörel ölçeklerde örgütlenerek, örneğin bir halk/işçi sağlığı hareketi, bir sağlık emekçileri hareketi, bir eğitim hakkı hareketi, bir mahalle/kent meclisi, bir işyeri komitesi olarak sahne aldığında gerçek sıkışma o zaman görülecektir. Dünün emek ve hak mücadelelerinden çıkan deneyim ve dersler ile bugün yeni işçi sınıfının farklı katmanları içinde yükselen hoşnutsuzluk ve direnme eğilimleri yeni tipte hak mücadelelerinin yükseltilmesinin imkanlarını sunmaktadır.

Yeni tipte hak mücadelesi örgütlerini kurmak ve çoğaltmak, proleterleşmiş toplumu yönetebilme ihtiyacından türeyen faşist saldırganlık karşısında etkili bir mücadele verebilmek için de gereklidir. Sokakta uzun süre ciddi mücadeleler veren kitlelerin faşizmin şiddeti karşısında geri çekilmek zorunda kaldığı hatırlanacak olursa, tersi de geçerlidir. Halkı sahaya indirmek için faşist saldırganlığın baskı, terör, şovenizm, dinci gericilik, kadın düşmanlığı gibi somut tezahürlerine karşı mücadelenin yolunu göstermek, daha doğrusu her hak mücadelesi örgütünü aynı zamanda faşizme karşı mücadelenin örgütleri olarak kurmak gereklidir.

Sendika.Org'a Patreon'dan destek ol