Asgari ücret tartışmaları: Değişen bir şeyler var ama…

Asgari ücret ve üzerinde süren tartışmalar adeta bir kısır döngüye dönüşmüş durumdadır. İktidar cephesi bu konuyu hep, geniş kitleleri kazanmak için önemli bir kaldıraç, araç olarak görmüş ve başarılı bir şekilde de kullanmıştır. Ancak geldiğimiz aşamada bu aracın ne kadar kullanabileceği de artık tartışmalı hale gelmiş bulunmaktadır. İşçi sınıfı ve sendikal hareket açısından asıl sorun, konunun bir asgari ücret tartışması boyutundan çıkaracak politikaların oluşturulmasında yatmaktadır

Ergün İşeri 22 Kasım 2021 **

Türkiye uzun yıllardır her aralık ayında zaman zaman sertleşen asgari ücret tartışmalarına sahne olmaktadır.

Bu yıl geçmişe oranla tartışma biraz daha erkene çekilmiş durumdadır. Daha kasım ayının ortalarından itibaren asgari ücret üzerine görüş ve öneriler birbiri ardına gelmektedir.

Asgari ücret neden bu kadar tartışma konusu oluyor, neden bu sene biraz daha erken başladı yanıtlanmış ve yanıtlanmaya devam edecek konu başlıkları olarak durmaktadır.

Önce hatırlatmalarla başlayalım.

Asgari ücretin tanımı nedir?

4857 sayılı Yasa’nın 39. maddesi “Asgari Ücret” başlığını taşımaktadır. Buradaki tanımdan yola çıktığımızda üç unsur öne çıkmaktadır: Birincisi asgari ücret İş Kanunu’na tabi olsun veya olmasın işçiler için belirlenmektedir. İkincisi işçilerin ekonomik ve sosyal durumlarının düzenlenmesi amacını taşmaktadır. Üçüncüsü ülke genelindeki ücretlerin en alt sınırını belirlemektedir.

Buradaki tanımın biraz daha somutlaşmış hali ise 4857 sayılı Yasa’ya göre yayımlanmış olan “Asgari Ücret Yönetmeliği”nde yer almaktadır. Yönetmeliğin 4/d bendindeki tanım şu şekildedir:

“Asgari ücret: İşçilere normal bir çalışma günü karşılığı ödenen ve işçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını günün fiyatları üzerinden asgari düzeyde karşılamaya yetecek ücret.”  (Asgari Ücret Yönetmeliği, 2021)

Yönetmeliğin tanımına göre asgari ücret için anahtar unsurlar; bir çalışma günü karşılığında, beslenme, barınma başta olmak üzere temel gereksinimlerini karşılayacak düzeyde ve günün fiyatları üzerinden belirlenmesidir.

Asgari ücreti kim, nasıl belirleyecek?

Gerek 4857 sayılı Yasa ve gerekse Yönetmeliğin ortak adresi “Asgari Ücret Tespit Komisyonu”dur. Bu komisyon Yönetmelikte belirtildiği üzere 5 devlet, 5 işveren ve 5 işçi temsilcisinden oluşmaktadır. Komisyon başkanlığının Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı tarafından belirlenmektedir.

İşçi ve işveren taraflarının belirlenmesinde ortak ölçüt ise “en çok üyeye sahip olmak” şeklinde belirlenmiştir. Mevcut verilere göre işçi tarafında Türk-İş ve işveren tarafından tek konfederasyon olan TİSK komisyonda temsil edilmektedir. Oyların eşit olması halinde başkanın oyu belirleyici olmaktadır. Bu durum yaşanmış mıdır, pek bilgi yok. Ancak 15 kişilik listede üçte iki çoğunluk işveren tarafıdır. Yani işçi tarafı kim veya hangi konfederasyon olursa olsun baştan kaybedilmiş bir yapı ile kararlar çıkmaktadır.

Tarafların sayısal bileşimi bakımından ortaya çıkan bu dengesizliğe rağmen sığınılacak ve savunulacak bir dayanak yok mudur? Yukarıda belirttiğimiz gibi Yönetmelikteki tanıma bakarsak var gibi durmaktadır.

Yönetmelikteki asgari ücret tanımının bir adım ilerisi ise Yönetmeliğin 7. maddesinde açıklanmaktadır:

“Komisyon, ücretin belirlenmesinde; ülkenin içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik durumu, ücretliler geçinme indekslerini, bu indeksler yoksa geçinme indekslerini, fiilen ödenmekte olan ücretlerin genel durumunu ve geçim şartlarını göz önünde bulundurur.” (Asgari Ücret Yönetmeliği, 2021)

Yukarıda bahsedilen konularla ilgili çalışmaları ise Komisyonun üyesi olan TÜİK (Yönetmelikte hala DİE yer almaktadır) yapmakta ve bir rapor olarak sunmaktadır.

Buradaki hesaplama biçimi geçen yıl ciddi bir tartışma konusu olmuştur. Gerek kamuoyunda gerekse akademik alanda verileri güvenilir olmaktan çıktığı yönünde eleştirilere muhatap olan TÜİK, geçen yıl Asgari Ücret konusunda uzun yıllardır ilk kez bir savunma yapmak durumunda kalmıştır.

Yaptıkları açıklamaya göre, TÜİK’in görevi şu şekilde ifade edilmektedir:

“TÜİK’in komisyondaki görevleri, ülkenin içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik gelişmelere dair bir rapor hazırlamak ve komisyonun vereceği görev doğrultusunda bir işçinin gerek duyduğu kalori miktarlarını dikkate alarak farklı iş kolları için aylık ücret maliyetini çıkarmaktır.” (TÜİK’ten asgari ücret açıklaması, 2020)

Asgari ücretten tartışma başlıkları

Yapılan her asgari ücret tartışmasında öne çıkan birkaç başlık bulunmaktadır. Bunlar ana hatlarıyla;

  • Komisyonun bileşimi
  • Komisyonun hesaplama yöntemi
  • Açıklanan miktarın beklentiye yanıt vermemesi

Komisyon bileşimine ilişkin yapılan itirazların odak noktasını işçi temsilcilerinin belirlenmesi oluşturmaktadır. Tanıma göre en fazla üye sayısına göre Türk-İş’in yer alması ilkesine Hak-İş ve DİSK itiraz etmektedir.

Komisyonun hesaplama yöntemine iki yönlü itiraz bulunmaktadır. Bunların birincisi artık güvenilirliğini yitirmiş bir kurum olan TÜİK’in bu konuda da sağlıklı veri sunmadığı iddiasıdır. İkincisi ise yine geçen yıl TÜİK’in yaptığı açıklamada kendini açığa vuran eksik bir hesaplama yöntemi benimsenmiş olmasıdır.

Yönetmelikteki tanıma göre hesaplamanın “işçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi zorunlu ihtiyaç”larına göre yapılması gerekirken yalnızca birine göre (gıda) olması ciddi bir sorun yaratmaktadır.

Yöntem eksik ve hesaplamayı yapan şüpheli olunca ortaya çıkan asgari ücret miktarı, haliyle işçiler açısından tepkiyle karşılanmaktadır.

İtirazlara konu olan bir başka konu ise asgari ücretin bir işçi için belirlenmesidir. Başta DİSK olmak üzere akademik ve politik çevreler bu hesaplamanın bir işçi ailesine göre yapılması gerektiğini savunmaktadır.

Asgari ücret neden önemli ve öne çıkan bir konudur?

Asgari ücret, birçok ülkede toplam çalışanlar içinde küçük bir kesimi kapsamaktadır. Ancak Türkiye’de bu durum çok farklıdır. 2014 yılında dönemin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in verdiği bir soru önergesine verdiği yanıta göre çalışanların yüzde 40,45’inin asgari ücretli olduğu anlaşılmaktadır. Yine Bakanlığı 2016 yılında basına yansıyan araştırmasına göre ise bu oran yüzde 40,95 düzeyindedir. (Türkiye’de sigortalı her 10 işçiden 4’ü asgari ücretle çalışıyor, 2020)

Bu konu ile ilgili DİSK-AR tarafından yapılan bir araştırmaya göre; “Türkiye’de ise asgari ücretin yüzde 10 fazlası ve altında ücretle çalışanların oranı yüzde 57” olarak açıklanmaktadır. (DİSK-AR, 2020)

DİSK-AR’ın raporuna göre diğer ülkelerle Türkiye karşılaştırıldığında ortaya çıkan tablo aşağıdaki grafikte gösterilmektedir. (DİSK-AR, 2020) Türkiye asgari ücretli çalışanlar bakımından açık ara öndedir.

Bu sonuçlara göre Türkiye’de asgari ücret net bir şekilde ülke geneli için ortalama ücret düzeyine gelmiş bulunmaktadır. Bu nedenle asgari ücret ekonominin önemli bir belirleyeni, ülkedeki işçilerin alım veya yaşam gücünün temel göstergesi haline gelmektedir.

Akılda tutulması gereken bir başka unsur ise asgari ücretin yalnızca işçilerin değil, çalışma olanağına sahip olmayan ve bu nedenle devlet desteğine gereksinim duyan duyarlı bir toplum kesimin de yaşamını tümüyle etkileyen bir yönünün bulunmasıdır.

2022 yılını diğer yıllardan ayıran nedir?

Yazının başından itibaren belirtildiği üzere, ülkedeki işçilerin yarısından fazlası için geçim koşullarını belirleyen gelir düzeyini gösterdiği için asgari ücret üzerine yapılan tartışmalar hep önemini korumuştur.

2022 yılına ilişkin asgari ücret tartışmalarının erkenden başlaması ve hemen her cepheden yüksek oranlı bir asgari ücret beklentisi yaratacak açıklamalar yapılması diğer yıllardan ne farklı sorusunu haklı olarak gündeme getirmektedir.

2015 yılındaki genel seçimler sürecinde yaşananlar asgari ücrete ilişkin tutum ve davranışların seçmenlerin tercihlerini de etkileyen bir yönü olduğu görüşünü güçlendirmektedir.

2022 yılına ilişkin asgari ücret tartışmalarda öne çıkan unsurlardan birisi, 2023 yılında yapılması öngörülen Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili genel seçimlerine odaklanan bir araç olarak kullanılması ihtimalidir.

İktidar cephesinin (AKP ve MHP) geçmişte olduğu gibi asgari ücreti, işçi sınıfına kaynak aktarma ve tepkileri yönetme aracı olarak kullanma girişimi yine gözlenmektedir. İktidar cephesinin asgari ücret miktarını nereye kadar çekebileceğine yönelik olarak kimi yazarlar veya politikacılar üzerinden yaptırdığı açıklamalarla tepkiler ölçülmektedir.

Yaşanmakta olan ekonomik-sosyal kriz (sayın Boratav’ın tanımıyla toplumsal bunalım) iktidarın asgari ücret vb. üzerinden 2023’e kadar süreci kendi yararına götürebilmesi için koşulları giderek zorlaştırmaktadır.

İktidar cephesi 2022 asgari ücret belirlenmesine ilişkin, DİSK’in uzun yıllardır dillendirdiği asgari ücretin vergi dışı bırakılması önerisini de can simidi haline getirmiş görünmektedir. Vergi konusunda da önemli bir farklılık bulunmaktadır. Sadece asgari ücretin vergi dışı bırakılması ile asgari ücret tutarının vergi dışı bırakılması arasında ciddi farklılıklar vardır. Birincisi yalnızca asgari ücretlilere diğeri tüm işçilere etki yapacaktır. Henüz bu alana ilişkin belirgin bir açıklama yapılmamıştır.

Asgari ücret enflasyon (hayat pahalılığı) karşında alım gücünü büyük ölçüde yitirmiş bulunmaktadır. Ülke içinde dünyadaki en yüksek enflasyon oranlarının yaşandığı bir süreçte, dünya genelinde de enflasyonist bir döneme de girilmesiyle işçi sınıfı açısından asgari ücrete ilişkin politika büyük bir etki yaratmaya aday görünmektedir.

Asgari ücret sınıf mücadelesi ve sendikalar açısından ne gibi sonuçlar doğurur?

Kısmen üst satırlarda değinmiş olduğumuz konu, hayat pahalılığı karşısında tepkili ve hatta öfkeli büyük bir toplum kesimi bulunmaktadır. Bu toplum kesimi işçileri de kapsayan geniş bir halk (esnaf, çiftçi, emekli vb.) kesimidir.

İşsizlik, enflasyon özellikle yoksul halk kesimlerinin yaşam standartlarını düşürürken, uygulanan ekonomi-politika araçlarının sınırlı bir kesime (ihracatçı, turizmci ve inşaatçı gibi) kazanç sağlaması, aynı dönemde yolsuzluk başta olmak üzere yönetimin “kirli ilişkiler” yönünden giderek daha fazla göze batması gibi sonuçlar üretmektedir.

Bu sonuçları kısmen göğüslemek adına kullanılabilir araçlar; yandaş veya paralel yapıların etki alanları da giderek zayıflamaktadır.

İktidar cephesi asgari ücreti ne kadar artırırsa artırsın, yaşanan kayıpların telafi edilmesi güç görünmektedir. Kısmen sağlansa bile etkisini birkaç ay içinde ortadan kaldıracak bir süreç yaşanmaktadır.

Bu durum, doğal olarak bir işçi sınıfının taleplerinin daha da artması gibi bir durumu ortaya çıkarmaya adaydır.

Sendikalar ise yine toplu iş sözleşmeleriyle sağlanan artışlar ile asgari ücret artışı arasında sıkışıp kalacaklardır. Bu sıkışıklığı aşmanın yolu, toplu iş sözleşmelerinin gözden geçirilmesi veya yeni yapılacak toplu iş sözleşmelerinde ücret seviyelerini asgari ücretin üzerinde tutacak artış taleplerini dile getirmekten geçecektir.

Dolayısıyla tartışma, yalnızca asgari ücreti belirleyen iktidar cephesi ile sınırlı kalmayacak, tüm işyerlerindeki toplu iş sözleşmesi alanlarına da yayılacaktır. Geçmişte bunun örnekleri görülmüş, özellikle metal sektöründe yaygın eylemler yaşanmıştı.

Bu yakıcı sorun karşısında işçi sınıfı açısından ne yapılabilir?

Baştan beri anlatmaya çalıştığımız gibi asgari ücret ve üzerinde süren tartışmalar adeta bir kısır döngüye dönüşmüş durumdadır.

İktidar cephesi bu konuyu hep, geniş kitleleri kazanmak için önemli bir kaldıraç, araç olarak görmüş ve başarılı bir şekilde de kullanmıştır. Asgari ücreti hep enflasyonun üzerinde artırdık, işçiyi enflasyona ezdirmedik söyleminin temelinde yatan budur. Ancak geldiğimiz aşamada bu aracın ne kadar kullanabileceği de artık tartışmalı hale gelmiş bulunmaktadır.

İşçi sınıfı ve sendikal hareket açısından asıl sorun, konunun bir asgari ücret tartışması boyutundan çıkaracak politikaların oluşturulmasında yatmaktadır.

Asgari ücreti işçilerin yarısından fazlasının aldığı, adeta bir ortalama ücret düzeyinden çıkaramadığımız sürece işçi sınıfı insanca yaşanacak bir gelir düzeyine ulaşma olanağını bulamayacaktır.

Türkiye işçi sınıfının en büyük zaafı veya zayıflığı örgütsüz olması, örgütlülerin büyük kısmının yer aldığı sendika yöneticilerinin tercihlerini üyelerine değil iktidarlara göre yapmalarıdır.

Bu durum devam ettiği sürece yaşam işçi sınıfının kendi taleplerine göre değil, egemenlerin çizdiği politikalara göre belirlenmeye devam edecektir.

Kısa vadeli olarak asgari ücretin şu veya bu miktara çıkarılması, vergi kesintisinin bu anlamda yeniden düzenlenmesi bir etki yaratsa da uzun vadeli olarak bir çözüm olmayacağı da açıktır.

İşçi sınıfı bu cendereyi kırmak için bir sınıf örgütü olarak politika belirleyen ve mücadele eden sendikalarda toplanmalıdır. Buna ek olarak ve hatta birlikte toplu iş sözleşmesi kapsamını da genişletecek yeni politikaları devreye sokmalıdır.

Bunu gerçekleştirebildiğimiz ölçüde asgari ücreti genel bir ücret olmaktan çıkarır, ücretlerimizi iktidarların lütfuna değil örgütlü gücümüze dayalı olarak belirleyebiliriz.

Sendika.Org'a Patreon'dan destek ol