Geleneksek çalışma biçimleri teknoloji ile yeni biçimlere evrilirken, işçinin payına hep güvencesizlik kalıyor. Ancak dünyada dönüşüm başladı. Sermaye girdabı içerisinde debelenmek yerine içinde bulunduğumuz koşulları değiştirecek, hayalde kalmayacak yeni bir çalışma yöntemini yaratacak olan bizleriz
Serbest ofis çalışanlarının pandemi ile birlikte daha görünür hale gelen ve sistemin çözümsüzlüğü içerisinde büyüyen sorunlarına, önceki iki yazıda değinmiştik. İş sürekliliği, şirketlerin ücret politikaları, hukuki desteğe erişememe gibi birçok sorun serbest çalışanların yanı başında duruyor.
Eğitim hayatında hem kendisi hem de sözde rakipleri ile yarıştırılan kişi iş hayatında da aynı düzeneğin içerisinde hayatta kalmaya çalışıyor. İşsizlik gösterilip, mülakat, yetersiz maaş, performans değerlendirmesi ve güvencesizlik gibi silahlarla terbiye edilmeye çalışılıyor. Bir başka çalışma biçiminin, başka çalışma şartlarının olmadığına inandırılmaya çalışılıyor.
Maaşlı olarak çalıştığı işini bırakarak, kendi işini kuran ve mesleğini serbest çalışma biçimine dönüştüren kişi, mesleğine bağlı olarak, yayınevleri, yazılım ofisleri ve ajanslar gibi aracıların güvencesiz ve esnek çalıştırılan işçilerine dönüştürülüyor.
Geleneksel sendikalar bu çalışma koşulları içerisinde gelir elde etmeye çalışan serbest çalışanları örgütleyecek hareket alanından mahrum. Bu koşullar altında çalışan insanlar ise sosyal güvenceden yoksun. Sürekli bir biçimde iş almalarının bir garantisi yok. Aynı sektörde çalışanlar arasında ise “işi almak” için kötücül bir rekabet var.
Sermayenin güvencesiz işçi yaratma politikasını derinden sarsacak en önemli etken tabi ki işçilerin bir araya gelmesi ve örgütlenmesi. Güvencesiz işçiler haline getirilen ve çalışma biçiminden, ücretlere kadar aracıların belirlediği bir ortamda serbest çalışanların da üretimden gelen güçlerini bir araya getirerek, sermayeye karşı elini güçlendirmesi kaçınılmaz. Burada salt sendikal örgütlenmeden bahsetmiyoruz. Birlikte üretmekten, hizmet/mal ile son kullanıcı arasında bir bağ kurmaktan bahsediyoruz.
Türkiye’de yaygın olarak tarım ve inşaat alanlarında çok sık karşımıza çıkan kooperatifleşme faaliyetlerini bilişim, tasarım ve çeviri gibi serbest çalışan işçilerin yer aldığı iş kollarına da taşımaktan bahsediyoruz.
Bir hayal edelim. Kooperatif ya da tamamen çok ortaklı şirket gibi işleyen bir organizasyon. Ancak bu organizasyonu, mevcut şirketlerden, ajanslardan ayıracak temel farklar ve ilkeler var.
Dayanışma, yatay hiyerarşi, adil gelir paylaşımı, eşitlik ve ortak karar alma mekanizmaları… Güvencesizlik bu ilkeler işletilebildiği ölçüde ortadan kalkacaktır. Bu kavramların her biri oluşturmak istediğimiz organizasyonun, sac ayaklarını temsil ediyor.
Dayanışma, organizasyonumuz içerisinde en önemli kavramlardan birisidir. Kooperatif içerisinde yer alan ortaklar yani serbest çalışanlar, tüm ortakların hem ekonomik hem de sosyal açıdan belli standartlarda yaşamlarını sürdürmesi için var olmalıdır. Kapitalizmin bireyci bakış açısı ile değil, kolektif bir yaşam için hareket edilmelidir.
Organizasyon içerisinde yer alan herkes eşit söz hakkı ve eşit sorumluluk içerisinde bulunmalı, alt-üst kavramının olmadığı bir işleyiş biçimi benimsenmelidir. Çalışmadan elde edilen gelirler ve olası riskler eşit olarak paylaşılmalıdır. Tüm ortaklar için eşit fırsatlar sunulmalıdır. Ortakların ortaya koyduğu emek-zaman ölçüsünde elde edilen gelir adil bir biçimde paylaştırılmalıdır.
Bu ilkeler etrafında şekillenecek organizasyonumuzun faaliyet ve çalışma biçimi, ne kadar büyük olacağı, örgütlenme yapısının nasıl olacağı ve diğer kurum ve kuruluşlarla ilişkileri ise düşünülmesi gereken başlıklardan.
Tüketim mi yoksa üretim kooperatifi mi olmalı? Özellikle tarım ürünlerinde daha çok tüketim kooperatifleri faaliyet yürütse de hizmet alanında üretim kooperatiflerine rastlamakta mümkün. Kurulan organizasyonun kâr amacı güdüp gütmeyeceği; kar edilecekse elde edilen kârın nasıl değerlendirileceği konuları da önemli. Elde edilen fazla ortaklara mı paylaştırılacak (Emekleri karşılığında elde edilen gelirin dışında) yoksa uzun vadede bir dayanışma sandığına mı aktarılacak, nasıl değerlendirilecek?
Diğer bir önemli unsur ise organizasyonun ölçeği. Birçok ülkede 10-20 veya daha az kişi ile kurulan kooperatifler var iken, çalışanı/ortağı binlerce kişiyi bulan kooperatifler de var. Faaliyet alanına bağlı olarak bunu baştan planlamak önemli. Organizasyonu güçleştirecek büyümeler, en başta kurulmak istenen yapının işlememesine neden olabilir veya faaliyet alanı çok geniş olan bir kooperatif, ihtiyacı olan ortak sayısına erişemeyebilir. Çok sayıda faaliyet alanı ve ortağın bir arada bulunduğu kooperatifler yerine, faaliyet alanlarını ayırarak bu kooperatifler bir konfederasyon altında toplanabilir.
Çalışma alanını bu veya benzeri biçimlerde oluşturmak ya da yeniden düzenlemek bir çoğumuza çok uzak görünebilir. Ancak dünyada çok sayıda örnek mevcut. İçerisinde çok sayıda irili ufaklı, çok farklı alanlarda faaliyet yürüten kooperatiflerin olduğu XES Kooperatif Ağı ya da 80 binden fazla çalışanı ile İspanya’nın en büyük kooperatiflerinden Mondragon sadece birkaç örnek. Dünyada dönüşüm çoktan başladı. İçinde bulunduğumuz koşulları değiştirecek ve yeni bir çalışma yöntemini yaratacak olan bizleriz.