Macera dolu Türkiye

AKP iktidarı, Türkiye’nin hemen her savaş sahasında Rusya ile birlikte ancak onun stratejik hedeflerinin karşısında konumlanan bir NATO üyesi olmasının önemiyle hareket edecek. Bu durum Türkiye’yi yönetenleri ABD ve NATO açısından “kıymetli” yaptığı gibi Türkiye’yi de bir yüksek gerilim hattına yerleştirmiş olacak

Vecih Cuzdan 15 Kasım 2020 SAYI 4

İlk konumuz Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki Dağlık Karabağ krizinin “nihayetlenmesi”. 27 Eylül’de “bir sabah ansızın” Azerbaycan hücumuyla başlayan savaş, 9 Kasım’da Ermenistan dahil hiçbir ülke tarafından resmen tanınmayan Dağlık Karabağ Cumhuriyeti’nin başkenti Stepanakert’e (Hankendi) kadar dayandı. O gün Karabağ’ın ikinci büyük şehri Şuşa’yı ele geçiren Azerbaycan ordusu, akşama doğru da Ermenistan’ın Nahçıvan sınırı yakınlarında bir Rus helikopterini düşürdü.

İki Rus askerin öldüğü, birinin yaralandığı olayın hemen ardından Azerbaycan Dışişleri “Yanlışlıkla vuruldu, tazminat ödemeye hazırız” dedi. Ancak olay, Rusya’ya krize doğrudan müdahale etme ortamını sağladı ve bu kez arabuluculuk kısmı es geçilerek taraflar arasında bir ateşkes anlaşması imzalandı. 10 Kasım’daki anlaşma ile Azerbaycan arzu ettiklerine büyük oranda kavuşurken, Ermenistan tarafına düşen hezimet oldu.

Dokuz maddelik anlaşma; tarafların bulundukları pozisyonlarda kalmasını, ek olarak Ermeni güçlerince işgal edilen Azerbaycan topraklarının iadesini, Dağlık Karabağ-Ermenistan bağlantısı ile Nahçıvan-Azerbaycan bağlantısının sağlanıp her iki güzergâhın güvenliğini Rus güçlerinin sağlamasını, her iki taraftan yerinden edilen kişilerin geri dönüşünü ve savaş esirleri, rehineler ve diğer tutukluların yanı sıra cenazelerin değişimini öngörüyor.

Rusya “barış gücü” sıfatıyla hem Azerbaycan hem de Dağlık Karabağ’a konuşlanıp Güney Kafkasya’daki nüfuzunu güçlendirirken, Bakü’yü kendisine yanlayıp Erivan’daki Batı yanlısı Başbakan Nikol Paşinyan’ı da ülkesinde hedef tahtasına oturttu.

Peki bu savaşın yılmaz savunucusu Saray-AKP iktidarının payına düşen ne oldu?

Özetle; askeri desteğiyle sahada belirleyici olan iktidar, masada yer almadı. Anlaşmanın bazı sonuçlarından hareketle kendine rol devşirmeye çalıştı. Dağlık Karabağ’a yerleştirilen “barış gücü” sadece Rus askerlerinden oluşurken, iktidar her kanadından neredeyse her saat başı bir “Ortak barış gücünde Türkiye de yer alacak” açıklaması geldi. Son noktayı ise Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov koydu: “Türk gözlemciler Dağlık Karabağ’a girmeyecek.” Ayrıca Libya’dan sonra Dağlık Karabağ krizine de dahil edilen Suriyeli militanlar nedeniyle Türkiye’yi cihatçıların uluslararası trafiğinden sorumlu tutan algı pekişti.[1]

Son olarak Dağlık Karabağ’daki de facto yönetimin akıbeti, bölgenin statüsünün ne olacağı ve ABD-NATO ekseninin bu konuda ileride bir hamlede bulunup bulunmayacağına dair soru işaretleri olduğunu da not edip bu faslı kapatalım.

***

İkinci konumuz ise Joe Biden’ın başkanlığı döneminde ABD-Türkiye ilişkileri. Daha doğrusu soru şu: İktidar, Biden ABD’siyle nasıl ilişkilenecek?

Niyetim müneccimlik yapmak değil. Şimdilik, verili durumdan hareketle tespit yapmak daha faydalı olacaktır.

10 Kasım’da Erdoğan’ın Biden’a tebrik mesajı göndermesiyle başladı furya. AKP medyası da aylar önce Biden’ın Türkiye’ye ilişkin açıklamalarını “küstah sözler” diye vermemiş gibi bugün Türkiye-ABD ilişkilerinin “partiler üstü” olduğunu vurgulayan haberler servis etti. Bu açıklama, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’dan idi. Beri yanda Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar da Türkiye’nin “NATO’nun güvenliğinin merkezinde” yer aldığını belirterek NATO müttefikliğine önem verdiklerini ve sorumluluklarını ‘layıkıyla’ yerine getirdikleri mesajını verdi.

Suriye, Libya, Azerbaycan… Evet, Türkiye’nin dahil olduğu tüm bu krizler, ülkenin çıkarlarından çok doğrudan iktidarın bekasıyla alakalı. Bu “beka”nın garantörü ise ABD-NATO’dur. Emperyalist sistem içindeki hegemonya krizinin yarattığı boşluğu fırsat bilen iktidar, tüm bu sahalara emperyal heveslerle girdi. Ancak NATO üyesi olduğunu hiç unutmadı, ABD ile ilişkilerde bir “kopuş” için zorlamadı, yeni dönemde de, Akar’ın deyimiyle, “NATO’nun 68 yıllık bir üyesi ve ikinci büyük ordusu” olarak ABD ve NATO ile ilişkilerdeki sorunları gidermesi ve istenen hizaya gelmesi muhtemel.

Biden seçim öncesinde, ABD’nin NATO’yu yeniden etkin hale getireceğini belirterek “geri dönüş” ve “Rus saldırganlığına karşı koyma” mesajları vermişti. Nitekim çok ses getiren New York Times röportajında da dediği gibi; “Günün sonunda Türkiye Rusya’ya bel bağlamak zorunda kalmak istemiyor.”

Biden’ın 20 Ocak’taki devir teslim sonrası ilk işlerinden biri de ittifakın üyelerini bir araya getirmek olacak. Şüphesiz bu toplantı sonrası Rusya NATO’nun tehdit algısında ilk sıralarda yer aldığı bir kez daha güçlü bir şekilde teyit edilecek.

Fransa’nın başkenti Paris’te toplanan NATO Yüksek Konseyi’nin ardından DP yanlısı siyasi mizah gazetesi Ali Dayı’nın, 26 Aralık 1957 tarihli manşeti.

S-400 alımı, Akkuyu Nükleer Santrali ve TürkAkım gibi stratejik projeler ABD-NATO ekseni için elbette kriz başlığı olmayı sürdürecek, ancak iki ülke arasındaki ilişkileri bu başlıklar üzerinden sürdürülecek kavgalardan çok bu krizlerin çözüme kavuşturulması yönündeki ortak çalışmalar belirleyecek.

AKP iktidarı, Türkiye’nin hemen her savaş sahasında Rusya ile birlikte ancak onun stratejik hedeflerinin karşısında konumlanan bir NATO üyesi olmasının önemiyle hareket edecek. Bu durum Türkiye’yi yönetenleri ABD ve NATO açısından “kıymetli” yaptığı gibi Türkiye’yi de bir yüksek gerilim hattına yerleştirmiş olacak.

Tayyip Erdoğan da “gerek İkinci Dünya Savaşı, gerekse Soğuk Savaş sonrasında önüne açılan fırsat pencereleri”ni değerlendiremediğini düşündüğü ülkemizi yeni maceralara sokmakta elbette ki geri durmayacaktır. IKBY’de ya da olmadı İdlip’te illa bir gündem peydahlanır.

NATO’nun iç hiyerarşisinde karar verici değil uygulayıcı pozisyonda yer alan, yani uğruna savaşılmayan ancak emperyalistlerin çıkarları için savaşan bir yeni sömürge olarak hesapsız kalkışılan adımların, acı sonuçlara yol açtığının tecrübeyle sabit olduğu unutulmamalı.

[1] Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’ne bağlı Paralı Askerlerin Kullanımı adlı çalışma grubu, Azerbaycan Hükümeti’nin, Türkiye’nin de yardımıyla, Dağlık Karabağ’da Suriyeli militanların kullandığına dair çok sayıda rapor olduğunu ve militanlara ölüm durumunda maddi tazminat ve Türk vatandaşlığı vaat edildiği açıkladı. Çalışma grubu ayrıca, militanların bölgeden çekilmesi çağrısında bulundu.

 

Sendika.Org'a Patreon'dan destek ol