Siyasal öfkenin en görünür olduğu yerlere henüz girmedik; kahvehanelere, evlere, işyerlerine, misafir oturmalarına yeterince girmedik. Doğasını, tarımsal arazilerini, ormanlarını ve sularını kapitalistlere karşı, devletin kolluğuna rağmen savunan direnişçi kümelerine henüz yeterince ulaşamadık. Faşizmin kapatamayacağı kanallara halkın sahip olduğunu ve bu yaşam mücadelesinde herkesin yapabileceği bir şeyler olduğunu göstermeli, iktidarın şaibelerinin karşısına halkın gerçeklerini dikmeliyiz
Hazine ve Maliye Bakanı şaibeli şekilde istifa etti. İstifa gerçek mi değil mi, Süleyman Soylu gibi geri mi dönecek gidici mi, istifa mı azledilme mi, gerekçesi ne, neden bir açıklama yapılmıyor, soruları ortalıkta uçuşurken ve halkı aydınlatacak sorumluluk sahibi bir devletli aranırken, “devlet adamı sorumluluğunun” mafya lideri Alaattin Çakıcı’dan gelmesi bu iktidarda şaibenin dibi olmadığını gösterdi. İktidar blokundan ilk açıklama Çakıcı’dan gelmişti, mafyacıdan hükümet sözcüsü!
Bu şaibeli tablo Türkiye siyasetinde olağan hale geldi. Her an bir bakan azledilebilir, her an merkez bankası başkanı görevden alınabilir, ayı çıkabilir, taş düşebilir ya da Damat Berat Albayrak’ın deyişiyle “at izi it izine karışmış, Allah sonumuzu hayretsin” durumu yaşıyoruz. Yani Hazine ve Maliye Bakanı ve aynı zamanda Erdoğan’ın damadı gibi “yüksek” bir yerden de memleket siyasetinde durumun bayağı bir şaibeli olduğu teyit edilmiş oldu.
Deyimlerle girmişken AKP’nin siyaset yapma tarzını “köpeksiz köyde değneksiz gezmeye” benzetebiliriz. Halk muhalefetinin olmadığı yerde kriz Saray dairesinde dönüyor. Oysa pasta bölüşüm kavgası yukarıda da yaşansa fatura halka kesiliyor. Ücreti ödenmeyen, işsiz kalan işçiye, alım gücü düşen emekçiye, kıdem tazminatı ödenmeyen madenciye, aylığı yetmeyen emekliye, iflas eden küçük üreticiye, kirasını ödeyemeyen kiracıya… kesiliyor fatura. Bu nedenle hazine bakanının, çalışma bakanının, sağlık bakanının, eğitim bakanının ve diğerlerinin hesabı Saray’a değil halka vermeleri gerekiyor. Onlarla birlikte Saray’ın da hesap vermesi gerekiyor. Bakanlar koltuklarından patronun azliyle değil halkın azliyle kalkmalı ki sonucu halk yararına olabilsin yoksa kırk katırcı gider kırk satırcı gelir.
Neoliberalizm şaibeli bir ekonomi modelidir, dolayısıyla şaibeli bir yönetim modelidir. ABD’de de Brezilya’da da Rusya’da da Türkiye’de de. Seçimleri şaibelidir, siyasetçilerin ilişkileri şaibelidir, mal varlıkları, gelirleri şaibelidir, tutuklama kararları şaibelidir, dış ilişkileri şaibelidir, ittifakları şaibelidir, mafyayla ilişkileri şaibelidir, ihaleleri şaibelidir, garanti ödemeli kamu ihaleleri şaibelidir; garanti ödemeli sistemle hastanelere, köprülere, otoyollara ne kadar ödeneceği şaibelidir; ekonomi kararlarının nerede alındığı şaibelidir, pandemi tedbirleri şaibelidir, sağlık bakanının pandemik hasta ve ölüm sayıları şaibelidir, eğitim politikalarının nasıl belirlendiği şaibelidir, torba yasaları şaibelidir, kadına yönelik şiddet karşısındaki tutumları şaibelidir, HDP’li belediye başkanlarının hangi delillerle görevden alındığı ve hangi delillerle tutuklandığı şaibelidir, CHP’li belediyelerde hangi gerekçelerle sürekli müfettiş terörü estirildiği, belediye başkanlarının pandemide ve depremde il kriz yönetimlerine neden dahil edilmediği şaibelidir, deprem vergilerinin nerelere harcandığı şaibelidir… Şaibeli ilişkiler, baskılar, sansür, güdümlü yargı, devlet şiddeti buluştuğunda alın size faşizm! Ve bütün bu şaibeler halkı aldatmak, halkın siyasete müdahil olma imkân ve kanallarını kapatmak içindir.
Böyle bir ortamda halk muhalefetini örgütlemek çeşitli güçlükler barındırmaktadır. Bu ortamda başlattığımız “Yaşamak İstiyoruz” kampanyası da bu güçlüklere karşı etkin bir mücadele hattı örgütleyerek ilerleyecektir. İktidarın faşizme özgü tüm yöntemleri kullanarak halkı siyaset dışında bırakma çabalarına rağmen halkta iktidara karşı büyük bir siyasal öfkenin birikmesine engel olamamıştır. Ancak bu siyasal öfkenin akacağı uygun kanal, yol-yordam ve örgüt biçimlerinde önemli yetersizlikler söz konusudur. Miting, grev, kitlesel sokak eylemleri, sendika, dernek, platform, parti… bunların hiçbiri halkın siyasal öfkesinin aktığı mecralara dönüşemiyor. Bu durum, bu araç ve yöntemlerin esastan yanlış olduğu anlamına gelmez. Ancak bu araç ve yöntemlerin kitlelerle buluşabilmesini hedefleyen bir yaklaşımla pratik ve zihinsel bir çaba sarf etmeye ihtiyaç olduğu da açıktır.
Halkın siyasal öfkesi ise iktidarın tüm manevralarına rağmen dinmek yerine giderek büyüyor, zira yaşam koşulları giderek ağırlaşıyor. “Beni sizin düzeniniz öldürecek” diyen TIR şoförünün, “gebermek istiyorum” diyen esnafın, “öyle mi alay komutanı” diyen işçi önderinin ve daha nicelerinin hızla halkın geniş kesimlerinin kahramanlarına dönüşmesi bu siyasal öfkenin ifadesidir. “Yaşamak istiyoruz” kampanyasının dayanacağı temel yukarda sayılan ve sayılmayan çok sayıda haksızlıklara, hukuksuzluklara, adaletsizliklere duyulan bu siyasal öfkedir. Bu öfke ile buluşmak bazen bir eylem alanındaki tavırla, bazen iş başında çekilmiş bir videoyla, bazen kahvehanede okunan bir bildiriyle, bazen pazar yerinde bir vatandaşla kurulan diyalogla gerçekleşebiliyor. Yani tek bir biçimi veya tek bir mekânı yok. “Yaşamak istiyoruz” kampanyasının izlemesi gereken yol da benzerdir. Bir gün afiş yapıştırmaktır, bir gün kahve konuşması, bir gün bildiri dağıtımı, bir gün ev ziyaretidir. İzmir’de depremzedelerle dayanışma çalışmasıdır, Salihli’de, Ünye’de, Kirazlıyayla’da doğanın yağmalanmasına direnenlerle dayanışmaktır, başka bir yerde talebi veya itirazı olan bir emekçi kümesinin eylemini örgütlemek veya yardımcı olmaktır. Kısacası kampanyanın halkın ilgisini çekmesi pekâlâ mümkündür ve bunu ilk haftasındaki ülke çapında eylemlerimizle başardığımız gibi devrimcilerin yaratıcılıkları ve eforları ile daha ileri taşıyabiliriz.
Muhalif kitlelere yeniden ulaşalım, Halkeviyle 1 Mayıs’a gelmiş, ulaşım eylemine katılmış, barınma hakkı için barikat kurmuş, çocuklara oyunlar öğretmiş, bizimle yoldaşlık yapmış olanlarla bugünün görevlerini, yolunu, yordamını tartışalım. Mücadelenin daha çetinleştiğini ancak bu nedenle de küçük çabaların karşılığının büyük olduğunu, çünkü iktidarın meşruiyetini giderek daha fazla yitirdiğini anlatalım. Herkesin yapabileceği bir şeylerin olduğunu gösterelim. Kitlelerin bu dönemde hareket etmekten çekindikleri doğrudur. Korku ve yılgınlık gerçek birer olgudur. Ancak buradan çıkaracağımız ders, bu olguları yok sayarak değil aksine hesaba katarak, düzenin şiddeti karşısında nasıl etkili bir kavga yürütüleceğinin yolunu, yordamını göstermektir.
Faşizm kitleleri her şeyin bitmiş olduğuna, kendisiyle uyumlu olanların kazançlı çıkacağına inandırmaya çalışır, bu hem kitle desteği için hem de kitle direnişinin moralsizleştirilmesi için işlevseldir. Ancak AKP iktidarının, uzun zamandır kendisiyle uyumlu olanlara da (çok dar bir çete dışında) verebileceği bir şey kalmadığını sağ kitleler de deneyimlemeye başladılar. Ülkenin dört bir yanında gerçekleştirilen irili ufaklı eylemler, çalışmalar faşizmin her şeyin bittiğine dair yaratmak istediği algıyı kırmakta ve geniş yığınların siyasal öfkesini diri tutmakta hatta büyütmektedir. İktidarın örgütlü muhalefete yönelik seçmeci şiddeti, kitlelerin siyasal kavgaya çekilmesi ile başarısızlığa uğratılabilmektedir.
Siyasal öfkenin en görünmez olduğu yer meydanlar ve kalabalıklardır, bu nedenle öfkeyi oralarda dile getirmemiz önemlidir. Ki gerçek gündemin halkın gündemi olduğu, tek tek bireylerin gündeminin herkesin, tüm halkın gündemi olduğu fark edilsin. Ki asıl gündemin Erdoğan, Koç, Sabancı ailelerinin sorunları değil, milyonlarca emekçi ailesinin sorunları olduğu fark edilsin. Ancak siyasal öfkenin en görünür olduğu yerlere henüz girmedik; kahvehanelere, evlere, işyerlerine, misafir oturmalarına yeterince girmedik. Doğasını, tarımsal arazilerini, ormanlarını ve sularını kapitalistlere karşı, devletin kolluğuna rağmen savunan direnişçi kümelerine henüz yeterince ulaşamadık. Faşizmin kapatamayacağı kanallara halkın sahip olduğunu ve bu yaşam mücadelesinde herkesin yapabileceği bir şeyler olduğunu göstermeli, iktidarın şaibelerinin karşısına halkın gerçeklerini dikmeliyiz. Suya atılan taşların dalga dalga halkaları büyüttüğü bir zamandayız, devrimci ısrarımızla büyüyen siyasal öfkeyi güvenilir bir önderliğe kavuşturabiliriz.