Bağlı olarak COVID-19 nedenli ölümlerde kaybettiğimiz arkadaşlarımızın tam olarak sayısını belirleyemesek de yaklaşık yüzde 20’sinin sendika üyesi olduğunu gördüğümüzde yeni bir sendikal anlayışın hayata geçirilmesinin aciliyeti ortaya çıkmaktadır. Egemen sendikal anlayış üyelerini dahi koruyamamaktadır. Sihirli değneklere veya reçetelere sahip değiliz ama nasıl olmadığını ve hareket halinde arayış içinde olmanın da önemli bir adım olduğunun altını çizmek gerekiyor
Dokuz ayı aşkın süredir sürekli duyduğumuz sözler şunlar: “Salgına karşı bireysel tedbirlerinizi alın, maske-mesafe-hijyene dikkat edin.” “COVID-19 hastalıktır, iş kazası veya meslek hastalığı değildir.” “Bu dönemde işten atmaları yasaklıyoruz.” “Ücretsiz izin uygulamasına başladık, üç ay daha tekrar uzatıyoruz.” “Salgın yayılmasın diye işçileri fabrikadan dışarı çıkarmıyoruz, üretim devam edecek.” “Ülkemizde aç olan yok çünkü kuru ekmek de olsa yeniyor.” “Askıda ekmek kampanyası başlatıyoruz.” “Güçlü Türkiye var”…
Ama gerçekler, yaşadıklarımız nedir? Salgınla mücadele bireysel tedbirlerle olmuyor. Toplu taşıma araçlarını kullanıyoruz, toplu halde çalışıyoruz ve yemek yiyoruz. Şantiyelerde, fabrikalarda, hastanelerde iş yükü ve mesai saatleri artıyor, adeta ölümüne çalıştırılıyoruz. Kişisel koruyuculardan genel önleyici uygulamalara kadar işyerlerinde gerekli adımlar atılmıyor. Devlet, üretimin artması ve sermayenin uluslararası pazardan daha fazla pay alması (üretim ve hizmetin devamlılığı) kaygısıyla gerekli tedbirleri uygulamıyor. Hastanelerde test kuyrukları çok uzun, özel hastaneler için 250 TL fiyat belirlenmiş durumda. Birçok hastanede sağlık emekçilerine verilen yemekler berbat, sağlıklı-dengeli beslenemiyoruz. Örgütlenmeye çalışıyoruz, hakkımızı istiyoruz, Kod-29 ile işten atılıyoruz. Bir yandan işsizlik diğer yandan genç işçilerin umutsuzluğu-geleceksizliği nedenleriyle intiharlar artıyor. Fiyatlar ateş pahası, temel gıdalarda enflasyon ortalama yüzde 50 olmuş durumda. Bıçak kemiğe dayandı, yaşayamıyoruz!
İşte güvencesizlik tam da bu! Güvencesizliği bugünün proleter çalışma ve yaşam disiplini haline getiren AKP iktidarı-patronlar salgını da fırsata çevirerek kârlarına kâr katarken güvencesizlik daha da derinleşti. 20 Aralık itibarıyla 18 bini aşkın COVID-19 kaynaklı ölüm var. Bu ölümlerin yüzde 80’inden fazlası emekliler (bir evvelki işçi-emekçi kuşağı) iken tespit edebildiğimiz en az 600 işçi de yaşamını yitirmiş. O halde tekrar şu soruyu sormak gerekiyor: Hangi savaşta bu kadar arkadaşımızı kaybediyoruz? (Bu anlamda Sağlık Bakanlığı’nın günlük açıkladığı COVID tablosunu, sınıf savaşımının güncel tablosu olarak görebiliriz.)
Ekim ayında salgında zorunlu olarak çalışanlar (sağlık, belediye, kargo, market, depo, gıda, enerji vd.), işsiz kalan veya ücretsiz izne çıkarılanlar (ticaret, kafe, turizm vd.), rekabet-tedarik zincirinin devamı için çalıştırılanlar (metal, lastik, inşaat vd.) ve evden çalıştırılanlar (büro çalışanları, öğretmenler vd.) diye işçi sınıfının karşılaştığı çalışma koşullarını-sorunları ve buna uygun talepleri belirtmiştim. Ancak salgının ilk dönemi ile ikinci dönemi arasındaki farklılıkların ortaya çıkardığı sonuçlara uygun yeni bir değerlendirme yapmak gerekiyor.
1- Şu ana kadar en fazla sağlık, belediye, eğitim, fabrika (tekstil-metal), özel güvenlik ve taşımacılık işçileri hayatlarını kaybetti. İşçilerin çok farklı kesimlerinden olan ölümler, tüm işyerlerinde salgına karşı sağlık-güvenlik önlemlerinin alınmadığının veya yetersiz alındığının bir göstergesidir. Yani fiziksel mesafeyi imkânsız kılan üretim-hizmet alanları, beslenme ve ulaşımda iç içelik, dört saatte veya nemlenince-kirlenince maske değişiminin olmaması, düzenli test yapılmaması gibi birçok akla gelen sorunlar yumağı.
Bize düşen görev bu işkollarında hastalığa yakalanma ve sonucunda ölümlerin meydana gelmesini engelleme mücadelesini oluşturmak ve yaygınlaştırmaktır. Ancak odaklanılan husus örneğin işçi ölümlerinin yüzde 40’ının meydana geldiği sağlıkta sonuca dönük bir talep olan “COVID meslek hastalığı kabul edilsin” mücadelesidir. Elbette bu talep önemlidir. Oysa acil olan dünyada bazı örneklerine de rastladığımız sağlık emekçilerinin iş durdurma dahil örgütlenme-eylemler ile önlemlerin alınması talebinin hayata geçirilmesini hastanelerde zorlama mücadelesi olmalıdır. Başka bir örnek de eğitim işkolu için verilebilir. Eylül ayı ile birlikte okulların açılması ve bugün de haftada bir gün okula gidilmesi zorunluluğundan dolayı yaklaşık 50 öğretmen COVID-19 sonucu hayatını kaybetmiştir. Ancak bu durum sendikal hareketin gündemi dahi olmamaktadır.
Örnekler diğer işkollarında da çoğaltılabilir. Ama özetle şunu söyleyebiliriz. COVID-19 sonucu ölümler belli işkollarında yoğunlaşsa da Eylül-Aralık döneminde tüm işkollarında yaygınlaşmıştır. Yani önerdiğimiz salgınla mücadele komiteleri vb. hayata geçirilmesi için nesnel zemin tüm alanlarda mevcuttur.
2- Şu ana kadar birçok arkadaşımız işsiz kaldı, ücretsiz izne çıkarıldı ya da işten atıldı. Sadece ticaret, kafe, turizmde değil birçok işkolunda işsizlik yaygınlaştı, ücretsiz izin dayatmaları hayata geçirildi ya da Kod-29 marifetiyle işten atmalar yaşandı. Cevap olarak ise sendikalaşma ve direnişler yaygınlaştı. Bu noktada İnşaat-İş, Dev Yapı-İş, DGD-Sen, Enerji-Sen, Limter-İş, Dev Sağlık-İş, Dev Tekstil, Bağımsız Maden-İş, Birleşik Metal-İş, Nakliyat-İş, PTT-Sen, PTT Kargo-Sen, Deriteks, Dev Turizm-İş, TOMİS gibi sendikaların örgütlenme ve direnişleri dikkatle izlenmeli, dayanışma sağlanmalı ve yaygınlaştırılmalıdır.
Bağlı olarak COVID-19 nedenli ölümlerde kaybettiğimiz arkadaşlarımızın tam olarak sayısını belirleyemesek de yaklaşık yüzde 20’sinin sendika üyesi olduğunu gördüğümüzde yeni bir sendikal anlayışın hayata geçirilmesinin aciliyeti ortaya çıkmaktadır. Egemen sendikal anlayış üyelerini dahi koruyamamaktadır. Sihirli değneklere veya reçetelere sahip değiliz ama nasıl olmadığını ve hareket halinde arayış içinde olmanın da önemli bir adım olduğunun altını çizmek gerekiyor.
Bugün işçi sınıfının karşı karşıya olduğu gerçeği şu şekilde de ifade edebiliriz. Ülkemizde özellikle maden işçisi ailesiyle vedalaşmadan işe çıkamaz. Çünkü çalışma koşulları o kadar kötüdür ki her gün madende ölümle yüz yüzedir. Maden işçilerine bu durum sorulduğunda “Aşağıda ölüm var, yukarıda açlık. Aşağıdaki ölüm olasılık, yukarıdaki açlık kesin” derler. Salgın koşullarında işçi sınıfının büyük bir çoğunluğu maden işçilerinin gerçeğiyle -her gün ölümle yüz yüze çalışmakla veya işsiz kalmakla- karşı karşıyadır. İşçi sınıfı mücadelesinin güncel pratiği de tam da bu gerçekliği odaklanmalıdır…