Patriyarkal mutabakat

Patriyarkal egemenlik ilişkisi elbette özel alanda da hüküm sürüyor, zaten toplumsal olanın özel olana etki etmemesi düşünülemez

Sevil Kurdoğlu 04 Mart 2021 SAYI 8

28 Ocak tarihli gazetelerin hepsinde, birkaç gün önce Erdoğan tarafından ziyaret edilen Oğuzhan Asiltürk’ün Kudüs TV’deki bir programda söyledikleri vardı. ‘’Moderatör’ün, ‘Özellikle İstanbul Sözleşmesi’nin şiddet olaylarını arttırdığını gördük,’ diyerek başladığı ve ‘Avrupa Birliği ile ne kadar göbek bağımız var, tavrımız ne olmalı?’ diyerek devam ettiği sorusuna Asiltürk, ‘Ak Parti’nin yetkilileri bana geldi ve bu sözleşmenin (İstanbul Sözleşmesi) kesinlikle kalkacağını söyledi. ‘Lütfen siz bizi destekleyecek şekilde konuşun da bize yardımcı olun. Sayın Cumhurbaşkanı’nın da görüşü kalkması yönünde’ dedi. Ben de biliyorum ifade ettiğini, kesinlikle kalkacak. Ama parti içinde cahiller var, kadın hakları, madın hakları filan diyenler. Bir de buna karşı olanlar var. Kaldıracaklarını kesin olarak kendisi de (Cumhurbaşkanı) ifade etti.’’

86 yaşındaki Asiltürk siyasal kariyerine Erbakan’ın lideri olduğu Milli Selamet Partisi’nde Genel Sekreteri olarak başlamış, defalarca milletvekilliği, bakanlık yapmış kıdemli bir siyasal İslamcı. Şimdilerde ise hem Saadet Partisi Yüksek İstişare Kurulu hem de Milli Görüş Vakfı Başkanı. İslamcı-cihatçı ‘dava’nın SP içindeki en önemli ideolojik saygınlık mevkileri ona verilmiş, ‘dava’nın tarihi içindeki yerine uygun olarak. Erdoğan’ın ziyaretinin nedeni de zaten bu konumu.

Bir dahaki seçimleri kazanma hesapları içindeki Erdoğan, 24 Haziran 2018 genel seçimlerinde %1,3, 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde ise ülke genelinde %2,71 oy alan SP’yi AKP-MHP blokuna katma çabası içinde. Bu çabaya uygun olarak Asiltürk’ü evinde ziyaret ediyor. Neden Genel Başkan Karamollaoğlu’nu değil de YİK Başkanı’nı evinde ziyaret ettiği İslamcılığın gelenek kodlarıyla bağlantılı: hem ‘dava’nın en yüksek temsilcisine gidiyor hem de evine, ofisine değil, ‘büyüğünün’ ‘ayağına’ gidiyor. Bu mesajlar SP seçmeni için önemli.

Ama benim asıl dikkatimi çeken İslamcılığın temsilcisi bu iki patriyarkın, AKP için potansiyel olarak hayati önemi olan böyle bir buluşmasında, İstanbul Sözleşmesi’nin gündeme gelmiş olması. Değil mi, ne alakası var yani? Ama var. İstanbul Sözleşmesi, bildiğimiz gibi kadınların insan haklarını, bu hakların garantiye alınmasını ayrıntılı bir şekilde tanımlayan ve imzalayıcı devletleri bunların yerine getirilmesi için görevlendiren, bunu da Sözleşme ile oluşturulan bir denetleme organı bağlayan bir uluslararası sözleşme. Türkiye ilk imzalayıcılardan dolayısıyla ilk destek verenlerden biri.

Ancak, AKP-MHP iktidar blokunun seçmenler nezdinde itibarı azaldıkça: yönetemeyişi, hiçbir krizine çözüm getiremeyeceği, yolsuzluk ve kayırmacılığı, hazineyi yağmaladığı su yüzüne çıktıkça İslamcı gericiliğin aşırı ucu hükümetin de verdiği destekle yükselişe geçmiş durumda.  Başından beri İstanbul Sözleşmesi’ne karşı olan ama Erdoğan’ın seçmen nezdinde güçlü olduğu ve bu destekten aldığı güçle beklenmeyen ileri adımları da atabildiği zamanlarda buna karşı çıkamayan İslamcı gericilik şimdi dindar seçmene ‘güven’ vermek için İstanbul Sözleşmesi düşmanlığına sarılıyor. Yani kadınların yasalar önünde eşit haklara sahip yurttaşlar olmasına karşı düşmanlığa; kadınlara karşı şiddete evde de, yani aile içinde de yasalar yoluyla korunması düşmanlığına; yani evin de yurttaşları korumak için yasaların müdahele edebileceği bir alan sayılması düşmanlığına; LGBTİ+’ların da yurttaşlar olarak şiddetten ve ayrımcılıktan korunması düşmanlığına. Asiltürk’ün aşağılayıcı bir dille, “kadın hakları, madın hakları” dediği haklara düşmanlığa. Nitekim, bütün İslamcı kadın düşmanları Erdoğan’dan Sözleşme’yi iptal etmesi için ricada bulunmak üzere ortaya çıktılar. Bunlardan ilki Türkiye Düşünce Platformu’ydu.

Asiltürk’ün söylediklerinden kendisinin Sözleşme’ye karşı olduğu belli, nitekim SP de başından beri karşı zaten. Dikkat çeken bir başka yan da, AKP içinden bir grubun (bu ziyaretten önceden haberdar olmaları gerekir) kendisini ziyaret edip, Sözleşme’nin kaldırılması için Asiltürk’ten ‘ricacı’ olmaları. Bu grupta kimlerin olduğuna dair bir bilgiye rastlamadım, ama eminim aralarında kadın yoktu. Bu gruba katılabilecek AKP’li kadın olmadığını düşündüğüm için söylemiyorum bunu, ama en gerici fikirlere sahip bir AKP’li kadının bile katılmayacağı/katılamayacağı ve daha da önemlisi bu grubun aralarında bir kadının olmasına müsade etmeyeceği bir girişim. Çünkü bu tamamen ve bilerek kadınlara, kadın haklarına karşı üst düzey, örgütlü, ideolojik patriyarkal bir mutabakat. “Biz birbirimizi biliyoruz, birbirimizin ne dediğini anlıyoruz, bu iş bizim işimiz” diyenlerin mutabakatı.

Patriyarkal sıfatı kadın hakları mücadelesinde en genel anlamıyla kadınlara eşit toplumsal haklar tanımayan, açık ve örtülü eşitsizliği sürdüren erkek egemen toplumsal ilişkileri tanımlamak için kullanılan bir sıfat. Bu egemenlik ilişkisi elbette özel alanda da hüküm sürüyor, zaten toplumsal olanın özel olana etki etmemesi düşünülemez.

Bu sıfatın kaynağı olan patriyarka tarihsel olarak küçük toprak sahibi köylünün (patriyark) bütün ailesiyle beraber yaşamını sürdürebilecek bir üretimi sürdürdüğü ya da bilgi ve becerisinin yanında küçük üretime yetecek kadar üretim aracına sahip olan şehirli zanaatkârın (patriyark) yine bütün ailesiyle beraber küçük üretici olarak var olduğu üretim ilişkisi ve bu ilişki tarafından belirlenen sosyal ilişkilere tekabül ediyor. Başında üretim aracının sahibi olan bir erkek ve onun denetimi altındaki ailesi yani karısı ve çocukları. Kadınların yaşamlarının en verimli olan yıllarının da asıl olarak çocuk doğurmak ve büyütmekle geçtiğini de unutmayalım.

Kapitalizm hem bu üretim biçimini hem bu aileyi dünyada olduğu gibi Türkiye’de de değiştirdi. Son 30-35 yıldır Türkiye’deki en büyük sosyal değişim olan kırdan şehire göç ile kırsalda küçük üreticinin neredeyse hiçbir önemi kalmamıştır. Şehirlerdeki etkinliğinin daha yaygın olduğunu söyleyebiliriz, ama şehirli küçük zanaatkârın ürettiğinin önemi yok denecek kadar azdır. Zaten tarihin hiçbir döneminde hakim üretim tarzı olmayan patriyarkanın, kapitalizme eklemlenmiş ve onun tamamen hegemonyası altındaki kalıntıları olsa da, günümüzde dünyanın hiçbir yerinde önemi kalmamıştır. Ancak, özellikle ideolojik olarak var olması sosyal ve politik ilişkileri etkilemeye devam etmektedir.

Bunun asıl nedeni, hem kapitalizmin patriyarkal ideolojiye ihtiyaç duyması hem de Türkiye gibi kapitalizmin geç girdiği ve sermaye birikimiyle değil de devlet eliyle geliştiği ülkelerde burjuvazinin dışında, ondan organik olarak bağımsız olan, Gramsci’nin egemen sınıfların ideolojik-politik hegemonyasını anlatırken egemen sınıfın yereldeki egemenliğini sağlayan, onun kayışı olan yerel siyasal aktörlere dair gözlemlerindekine benzeyen bir siyasetçi zümresi/katmanı var. Bu grup da patriyarkal ideolojiyi sürdürmekte önemli bir aktör. Örneğin CHP’de bu katmana mensup siyasetçilerin paternalist bir etkinliği var. CHP içerisinde etkin olmuş, liderliğin teşvikiyle değil de, kendisi olarak öne çıkmış bir kadın politikacı hatırlamıyorum. Selin Sayek-Böke ve Aylin Nazlıaka aklıma gelmekle beraber, her ikisinde de hem süreklilik, hem onları öne çıkaracak, farklı kılacak politik talepler yok. CHP’li erkek politikacıların AKP’lilerden farkı modernite ile ilişkilendirebileceğimiz bazı özelliklerinin olması: laiklik, akla/bilime eğitime verilen önem, kadın-erkek eşitliği (asıl olarak hukuksal bile olsa) gibi şeyleri sayabiliriz.

“Egemen fikirler egemen sınıfların fikirleridir” elbette, ama egemen sınıf kendisinden önceki egemen sınıfların, egemenliğini sürdürmekte kullanabileceği fikirlerini muhafaza etmenin daima bir yolunu bulur. Kadınları ailenin en önemli unsuru olarak yüceltmek, ailelere -vergi indirimi gibi- finansal kolaylıklar sağlamak dünyanın her yerinde kapitalist devletin aileyi teşvik tedbirlerinden biri. Ve her yerde bunun en belirgin destekçisi din, bütün dinler. Kapitalistler, kadınların eşit ve özgür yurttaşlar olabilmek için gerekli, ana okulundan başlayan kaliteli ve ücretsiz eğitim, en az bir yıl ücretli annelik izni, yaygın ve ücretsiz kreşler, istendiğinde kürtaj hakkı, doğum kontrolü de dahil olmak üzere ücretsiz kaliteli sağlık hizmeti gibi devletin üstlenmesi gerek toplumsal hizmetlerin hiçbirine kaynak ayrılmasını istemez ve asla istemeyeceklerdir. Kadının aile içinde üstlendiği bütün görevler kapitalizm için vazgeçilmezdir. Kapitalizmin de patriyarka ile mutabakatı var.

Şüphesiz en küçük kazanım bile önemli ve elde etmek için verilen mücadelenin kendisi takdire değer. Ancak, kadın hakları için verilen mücadeleyi, emekçi ve yoksul kadınlarla birlikte, sendika-grev-toplu sözleşme hakları için verilen mücadeleyle, aileyi de demokratikleştirecek bir demokrasi mücadelesiyle, kapitalizme karşı mücadeleyle birleştirmeden kalıcı kazanımlar elde etmek mümkün değil. Kapitalizmde, eğer talep edilen haklar bir sınıf olarak kapitalistlerin aleyhineyse “herkes kendi hakkını” kazanamaz.

Sendika.Org'a Patreon'dan destek ol