Pandeminin getirdiği eve kapanma ve izolasyon kararları kadınların daha fazla şiddete maruz kalmasına, işsiz kalmasına ve yoksullaşmasına sebep oluyor
COVID-19 pandemisi ile birlikte çalışma yaşamı ve toplumsal yaşamın reorganizasyonu söz konusu. Krizi fırsata çevirmekten geri durmayan/durmayacak olan kapitalizm ve sistemin bekasını sağlama görevi üzerine oturmuş hükümetler/devletler değişen/değişecek olan dünya düzeninde kendi ilişkilerini konsolide ederken en bildikleri tahakküm ilişkilerine sarılmaktalar. Patriyarkadan güç alan kapitalizm arasındaki tartışılmaz ilişki daha da güçlenmekte ve elbette bizim emeğin dijitalleşmesi diye yorumladığımız çalışma ilişkilerinde üstüne en çok yük binen kadınlar oldu/olacak…
AKP bir süredir yönetememe krizi yaşamaktaydı ve bu krizin özünde bir erkeklik krizi olarak yaşandığını gördük. İktidar olduğu yıllar boyunca kadın düşmanlığını tırmandıran var olan hakların tırpanlanması, kullandırtılmaması, dayak yese hatta öldürtülse bile giydiğimiz kıyafetin kısalığından, dilimizin uzunluğuna, bedenimize, doğuracağımız çocuğa, doğurmak istememize kısaca her şeyimize karıştı. İçinde bulunduğu krizi aşmak için saray rejimi de salgını fırsata çevirdi! Kadınların, çocukların, doğanın, halkın, emeğin üzerindeki sömürüsünü arttırdı.
8 Mart 2020’de henüz maske takma zorunluluğu yokken tüm dünyada 1 milyondan fazla insan sokağa çıktı. “Artık yeter! Yaşamak istiyoruz” diye sloganlaştırdığımız günden hemen üç gün sonra COVID-19 pandemisi ilan edildi. Ve çok hızlı bir şekilde vaka sayıları, ölüm sayıları artmaya başladı. İlk üç ay boyunca hastalığı yaratan virüse dair çok az şey biliniyorken ve hala hastalığın tedavisi bulunamamışken bulaşıcı hastalıkla mücadelenin altın kuralları hayatımıza girdi. Maske-hijyen-mesafe… Toplum içerisinde ciddi hastalık/ölüm korkusuna çok geçmeden açlık ve işsizlik korkuları eklendi. Önce evden yapılabilen işler eve taşındı; burada kadınların yoğunluklu çalıştığı hizmet sektörünün bir kısmı geliyor; “evden yapılamayacak” ve “durdurulması kapitalizm açısından mümkün olmayan” üretimin yapıldığı büyük fabrikalarda “sözde” önlemlerle çalışma devam etti. Hemen okullar kapatıldı, AVM’ler, hatta parklar-sahiller kapatılırken sokağa çıkma yasakları gelmeye başladı. İlk üç ay hepimiz geçecek az sıkalım dişimizi diye düşünürken üzerinden 1 yıl geçti. Bu 1 yılda salgında kullanılan maske-mesafe-hijyen stratejine paralel #evdekal kampanyaları en çok kadınları ve çocukları etkiledi. Evden yapılabilecek işlerin hatırı sayılır bir oranında kadınlar çalışıyor; online iş- online okul – online toplantı gerçeğine öğlen yemeği organizasyonunu ve ekstra olarak evin ve tabii ki tüm ailenin hijyenini sağlamak biz kadınlara yıkıldı. Üretimde çalışan ve işini evine taşıyamayan kadınlar okulların eve taşınması ile çoğunlukla işini terk etti. Terk edemeyen ve başka çaresi olmayanlar çocuklarını mahallenin “kapatılmayan” sübyan mekteplerine bıraktı. Virüs bulaştırır diye eve alınmayan temizlik çalışanları işsiz kaldı. İnfaz yasasıyla kadın katilleri de tecavüzcüler de salınmış oldu. Ev içerisinde zaten var olan şiddet ortamları bu süreçte daha sık ve daha şiddetli yaşanmaya başladı. Çocuklarda okulların kapatılmasıyla şiddet eğilimi artarken bu şiddet yine daha çok tolere eden anneye yöneldi. Pandemi sürecinde AKP yönetebilme kapasitesini gericiliğiyle, kadın düşmanlığındaki ustalığıyla, faşizmle tesis etti.
Pandeminin getirdiği eve kapanma ve izolasyon kararları kadınların daha fazla şiddete maruz kalmasına, işsiz kalmasına ve yoksullaşmasına sebep oluyor. Okulların kapanması ile işlerini terk etmek zorunda bırakılan kadınların bakım yükü artarken ev içerisinde yaşadığı şiddette arttı. Yine aynı gerekçelerle işinden izin alan kadın oranı üçte bire yükseldi. Bu süreçte kadınlar %50 oranında daha fazla ücretsiz izin almış, daha yüksek oranda evden çalışmaya başlamış ve işyeri değiştirmiştir.
Pandemi sürerken sermaye gruplarından bağımsız kadın örgütlerine geniş bir yelpazede araştırmalar, anketler yapıldı ve raporlar yayımlandı. Ve bu raporların hepsinin de ortak noktası kadınların yaşadıkları bu kayıpların giderilmesi on yıllar sürecek olması.
Yapılan araştırma/analiz ve modellemeler gösteriyor ki okulların kapanması ciddi oranda çocuk nüfusu bir daha eğitime dönmeyecek. Bir taraftan çocuk işçiliğinde ve bir taraftan da zorla evlendirilen kız çocuklarının sayılarında artışlar bekleniyor. 6 milyon öğrenci eğitime erişemedi. Anadolu’da ya da kentlerde yoksul mahallelerde yaşayan çoğu kız çocuğu uzaktan eğitim ile birlikte internet, tablet, bilgisayar, telefon yokluğu ve evde kardeş bakımı, yaşlı bakımı ve ev işleri ile ilgili diğer işlerin öncelikli olması gibi çeşitli gerekçelerle 1 senedir eğitim hakkından yararlanamamaktadır.
Kentlerde yaşayan çocuklar daha şanslı olmasının bir gerekçesi maddi imkanlarken en önemli ve göz ardı edilmemesi gereken hususta anne olan kadınların üzerine yüklenen “öğretmenlik” misyonudur. Çocuğun derse katıldığından, ödevlerini doğru yaptığından, mutlu olduğundan bir sorun yaşadığında sürekli öğretmen ve belki diğer velilerle irtibat halinde olması gerektiğinden pandemi sürecinde evde olan kadının “bakım yükü”ne “eğitim-öğretim” yükü de eklenmiştir.
Toplumun kolektif olarak üstlenmesi gereken patriyarkal iş bölümü yüzünden başımıza yıktığınız bakım ve eğitim-öğretim gibi en temel hizmetlerden elimizi çeksek bu toplum çöker. O yüzden yarının toplumunu evli ya da bekar, anne veya değil kuracak olan kadınlardır demek abartı olmayacaktır.
İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanması için, bedenimize uzanan elleri kırmak için, kadınların erken ve zorla evlendirildiği düzeni yıkmak için ve güvenceli işlerde eşit haklarda çalışma hakkımızı almak için daha fazla sokakta, isyanda, dayanışmada buluşacağız. Kaybettirdikleri insanlığımızı daha güzel inşa edeceğiz. Normalleşmeyi, normale dönmeyi reddeceğiz…