Güvencesizlik ve esneklik, serbest çalışanların kaderi mi?

Gün doğmadan yola çıkıp, battığında hala dönüş yolunda olan, trafikte saatlerini geçiren, patronların iş baskısına, mobbingine maruz kalan her ofis çalışanının aklının bir köşesinde duran serbest çalışma düzeni ne kadar serbest?

Ozan Cırık 16 Ekim 2020 SAYI 2

Pandemi ile birlikte birçok ofis çalışanı evden çalışma biçimine geçti. Bu süreç içerisinde birçok sorun da daha görünür oldu. Evden çalışmanın esnekliği, beraberinde güvencesiz çalışma koşullarını ve bitmeyen mesai saatlerini de getirdi.

Evden çalışanlar temelde iki gruba ayrılıyor: Bir şirkete bağlı olarak maaşla çalışanlar ve iş başı ücret karşılığında çalışanlar. Özellikle hizmet sektörünün belli alanlarında genç çalışanların göz ardı edilemeyecek kadar büyük bir kısmı dışarıdan parça başı işler yapıyor; şirketler ise giderek çeşitli mal ve hizmetleri kurumsal bünyelerinin dışından tedarik ediyor.

Pandemide fark edilen sorunlar, aslında tam zamanlı serbest çalışan işçiler için uzun zamandır devam ediyor. Yaklaşık 6 yıldır yazılım sektöründe serbest olarak çalışan biri olarak, serbest çalışma, içerisinde en çok güvencesizliği ve düzensizliği beraberinde getiriyor diyebilirim. Bu güvencesizlik büyük ölçüde iş sürekliliğinin olmamasını ve serbest çalışanın hukuki güvencelerden yoksun olmasını kapsıyor.

En büyük sorun iş sürekliliğinin olmaması

Serbest çalışmaya başladıktan sonra en büyük sorun iş sürekliliğinin olmaması. Serbest çalışanlar ile son kullanıcıyı buluşturan birçok çevrimiçi platform mevcut. Ancak bu platformlar çok fahiş oranlarda komisyon ile çalışıyor. Özellikle yazılım ve grafik tasarım gibi ortalama birim fiyatın olmadığı işlerde teklif aralıkları çok geniş olabiliyor.

Kendi deneyimlerimden yola çıkarak söyleyebilirim ki, emeğinize biçtiğiniz ücret çoğu zaman teklif ortalamalarının çok üzerinde kalıyor. Kendi işinizi yapmak için çıktığınız bu yolda, özgeçmiş gönderdiğiniz firmaların “Biz sizi ararız” sözüne kanıp telefon beklediğiniz gibi, tekliflerinize olumlu yanıt beklerken buluyorsunuz kendinizi. Bir yerden sonra artık siz de emeğinizin karşılığının altında teklifler vermeye başlıyor ve hem meslektaşlarınız hem de sınıf kardeşleriniz ile ağır bir rekabet içine giriyorsunuz. Serbest çalışanlar arasındaki bu “rekabet” en çok patronlara yarıyor.

Serbest çalışanın güvencesiz işçiye dönüşümü

Bir noktadan sonra tek tek iş peşinde koşmak yerine artık sektörünüze bağlı olarak aracılar ile çalışmaya başlıyorsunuz. Ancak reklam ajanslarına, yazılım ofislerine veya yayınevlerine iş yapan serbest çalışanlar için de durum çok farklı değil. Son kullanıcılar genelde birden fazla iş kaleminin olduğu (yazılım, tasarım, metin yazarlığı, çeviri vb) projeleri tek tek serbest çalışanlara dağıtmak yerine bir ajans ile çalışmayı tercih ediyor. Ajanslar ise bu işleri dışarıdan çalışanlara dağıtıyor. Ancak “kendi işinin patronu” olma düşüncesiyle yola çıkan çalışan, artık güvencesiz bir işçiye dönüşmeye başlıyor.

İş başı ücret alan çalışan, hem kendi işinde çalışmanın hem de işçi olmanın tüm dezavantajlarını birlikte yaşamaya başlıyor. İşin yapımı sırasında ortaya çıkan masrafları, yol ve yemek giderleri, sosyal güvenlik primi gibi harcamaları kendi cebinden ödemek zorunda kalıyor. Bunun yanında çalışma programları da artık aracı tarafından belirlenir hale geliyor. Üretimi üzerindeki tüm ticari haklar aracının oluyor. Çoğu ajans, çalışanın yaptıkları işleri açık referanslarına koymalarına dahi izin vermiyor.

“İşi elinde tutan fiyatı belirler”

İş alma konusunda bir aracıya bağlı hale gelen serbest çalışanın üretiminin fiyatını da bu aracılar belirliyor. İş olanaklarını da ellerinde tutmalarının verdiği özgüven ile serbest çalışanların emekleri gasp ediliyor. Aracılar serbest çalışanlara “senin yaptığın işi yarı fiyatına yapacak onlarca insan var” duygusunu iliklerine kadar hissettiriyor. Birçok serbest çalışan da aracıların bu tehditlerine düzenli gelir ümidiyle katlanıyor. Bir serbest çalışanın daha güvencesiz işçiye dönüşümü tamamlanmış oluyor.

Serbest çalışmanın hukuki çerçevesi

Gazeteci, çevirmen, grafiker gibi çalışanların faaliyetleri Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ile görece güvence altına alınmış olsa da özellikle son yıllarda çok büyük iş alanları haline gelen yazılım geliştiriciliği ve sosyal medya editörlüğü gibi iş alanları için serbest çalışmanın hukuki bir karşılığı bulunmuyor. Çoğu patron ise sözleşme yapmaktan kaçınıyor. Sözleşmede direten çalışan ile ya ilişkisini kesiyor ya da hukuki destek almaktan yoksun çalışanlara kendi sözleşme şartlarını dayatıyor.

Mekansız değil, örgütsüz

Yukarıda yazılan tüm sorunların temelinde aynı işi yapan, aynı toplumsal katmanda yer alan ve aynı sorunları yaşayan kişilerin birlerine temas edememesi ve dayanışma kurmaması yatıyor.

Büyük kentlerde serbest çalışanların birlikte çalışacağı, temas edebilecekleri birçok mekan mevcut. Ancak sorunumuz mekansızlık değil, örgütsüzlük. Plazaların yüksek katları arasına kurulan mekanlar dayanışma amacından çok uzakta. Hatta çoğu zaman aracılara güvencesiz işçi temin etmek için kullanılıyorlar. Çalışanlar arasında dayanışmayı kurmak yerine, rekabetin kızıştırılması ile bir işçi pazarına dönüştürülüyorlar.

Hem serbest hem güvenceli bir iş modeli nasıl mümkün olabilir?

Nasıl ki patron tüm işi elinde tutarak, işin ücretini kendi başına belirleyebiliyorsa, işçiler de bir araya gelip üretimden gelen güçlerini kullanmalı ve güvencesizlik ile aralarına çekecekleri duvarı birlikte örerek çalışma şartlarını kendileri belirlemelidir. Peki ama nasıl?

Serbest çalışmayı geleneksel çalışma biçimlerine, patronun baskısına, bitmek bilmeyen trafiğe, uzun mesai saatlerine karşı bir direniş potansiyelinin emaresi olarak değerlendirirsek, bu potansiyeli bir direnişe çevirmek mümkün mü?

Sermayenin mülksüzleştirme hamlelerine karşı, tekil olarak koparmaya çalıştığımız geçim alanlarımızı serbest çalışanlar olarak nasıl ve hangi şartlarda müşterekte birleştirebiliriz?

Kişinin sermaye karşısında elini güçlendiren, kendi içerisinde esnek ancak güvenceli kolektifler/kooperatifler kurabilir miyiz?

Sendika.Org'a Patreon'dan destek ol