Prof. Dr. Kayıhan Pala: “Salgınla mücadele bireye indirgenerek sürdürülemez, en az 14 gün tam kapanma kararı alınmalı”

Sendika.Org olarak Uludağ Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Türk Tabipleri Birliği (TTB) COVID-19 İzleme Grubu Üyesi Prof. Dr. Kayıhan Pala ile “kusursuz fırtına”yı, alınmayan tedbirleri, Sağlık Bakanlığı’nın aşı karnesini konuştuk

Uğur Cucu 15 Kasım 2020 SAYI 4

Sağlık Bakanlığı’nın resmi verilere göre Türkiye’de COVID-19 nedeniyle yaşamını yitirenlerin sayısı 11 bin 233’e ulaştı. 30 Eylül’den bu yana günlük vaka sayılarının yerine hastaneye kaldırılan COVID-19 hasta sayılarının duyurulduğu Türkiye’de hastaneler yükü kaldırmakta zorlanıyor. Sağlık emekçileri, alınmayan tedbirler, alamadıkları hakları ve kaybettikleri meslektaşları için “Tükendik ışık yak” çağrıları yapıyor.

İktidar ise bu uyarılar karşısında kamusal tedbirler almak yerine “maske-mesafe-hijyen” tekerlemesini döndürüyor. Yurttaşa kota koyup, sağlık emekçilerine istifa-izin yasaklarıyla pandemiyi yönetmeye çalışan iktidar bugünlerde 65 yaş ve üzeri yurttaşların sokağa çıkma hakkını kısıtlamakla; cadde ve meydanlarda sigara içme yasağı getirmekle meşgul.

Sendika.Org olarak Uludağ Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Türk Tabipleri Birliği (TTB) COVID-19 İzleme Grubu Üyesi Prof. Dr. Kayıhan Pala ile “kusursuz fırtına”yı, alınmayan tedbirleri, Sağlık Bakanlığı’nın aşı karnesini konuştuk.

Soruşturmalar ve hedef göstermeler arasında TTB’nin Büyük Kongresi gerçekleşti, yeni bir yönetimle yola devam ediyorsunuz. Bu yaşanılanlar ve hedef gösterilmeler ışığında TTB’nin izlediği yolu nasıl değerlendiriyorsunuz?

TTB pandeminin başlangıcından bugüne hekimlerin meslek örgütü olarak, iyi hekimlik ve yurttaşın sağlık hakkı değerleri doğrultusunda üzerine düşen sorumluluğu yerine getirebilmek için çaba harcıyor.

Sonbahar-kış aylarının gelmesiyle birlikte influenza aşısı tartışmaları gündemimize girmiş durumda. TTB konuya ilişkin yayımladığı açıklamada “kusursuz fırtına” değerlendirmesi yaptı ve “6 ay üzerinde olan her yurttaşa ve sağlık çalışanına ücretsiz aşı” talebinde bulundu. Peki gelinen noktada Sağlık Bakanlığı’nın “aşı karnesi” için neler söyleyebilirsiniz? COVID-19 ile influenzanın birleşiminden doğacak “kusursuz fırtınayı” hem halk sağlığı hem de sağlık çalışanları açısından değerlendirebilir misiniz?

Biliyorsunuz maalesef ülkemizde insanlar için hiçbir aşı üretilemiyor. Bütün aşıların yurt dışından satın alınması gerekiyor. TTB Temmuz ayında Sağlık Bakanlığı’na çağrıda bulunarak, altı ay üzerindeki her yurttaşın aşılanmasına yetecek kadar grip aşısı sağlanmasını istemişti. Ancak Bakanlık yaklaşık bir buçuk milyon doz aşı bağlantısı kurulabildiğini açıkladı. Bu durumda risk gruplarında yer alan insanların büyük çoğunluğu grip aşısı yaptıramayacak. Geçtiğimiz hafta içerisinde aynı kişide hem COVID-19 hastalığına yol açan virüs hem de grip virüsünün izole edildiği olgular görülmeye başlandı. Şimdilik bunların sayısı hakkında bilgi sahibi değiliz. Ancak gribe karşı aşılanmamanın hem risk altındaki kişiler hem de sağlık çalışanları için pandemi sırasında ek bir risk yaratabileceği endişesini taşıyoruz.

Pandeminin Türkiye’deki seyrine ilişkin birkaç kırılma anı saptayacak olsak Haziran başındaki “normalleşmeden” bu yana Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki vaka artışlarını, Ankara’nın “pandemi merkezi” olduğu eylül-ekim aylarını bu anlardan sayabilir miyiz? TTB ve Türkiye Psikiyatri Derneği’nin ortak yaptığı “Sağlık çalışanları tükendiğinde yerleri doldurulamaz” başlıklı açıklama ile birlikte Sağlık Bakanı’nın en son yaptığı COVID-19’un tüm Türkiye’de yükselişe geçtiğine ilişkin sözü bu kırılma anlarından sonuncusu olabilir mi?

Salgın eğrisinin tepe noktasına ulaştığı Nisan ayından sonra eğri aşağıya doğru iniş gösterdiği sırada ilki 11 Mayıs’ta ve ikincisi 1 Haziran’da olmak üzere erken “yeniden açılma” kararları verildi. Anımsayın, 11 Mayıs’ta parklar gibi büyük açık alanlar yurttaşların gezinmesine kapalıyken, AVM’ler gibi büyük kapalı alanlar açıldı. Ardından ucuz tatil kredileri ve şehirlerarası ulaşımın açılması gibi kararlar virüsün yayılımında önemli bir rol oynadı. Öyle ki birçok ülkenin aksine, ülkemizde salgının ilk dalgası bir türlü sönümlendirilemedi, açıklanan olgu sayısı 2 Haziran’da sekiz yüzün altına düşmüş olsa da (786) sonradan yükselişe geçti. Türkiye’nin Wuhan’ı diye nitelenen İstanbul önce virüsü Anadolu’ya gönderdi, sonra tatilin bitmesi ve okulların açılmasıyla birlikte geri dönen olgular sayesinde yeniden salgının merkezi oldu. Ancak bu kez salgın yalnızca İstanbul’da değil, başta büyükşehirler olmak üzere hemen her yerleşim alanında ciddi bir olgu artışıyla kendisini gösterdi. Bakanlık doğrulanmış olgu sayılarını bile açıklamadığı için, sayılar üzerinden bir değerlendirme yapamıyoruz. Ancak TTB ağından gelen bilgiler ve gözlemlerimiz bugünlerde olgu sayısının, salgının tepe noktasına ulaştığı Nisan ayından bile daha fazla olabileceği yönündedir. Bugünlerde sağlık sistemimiz artan olgu sayısına karşı yanıt vermekte çok zorlanmakta, bazı illerde ise özellikle kamu hastanelerinde yoğun bakım yatağı sıkıntısı yaşanmaktadır. Etkili önlemler alınmadığı taktirde önümüzdeki aylarda ciddi kırılmalar yaşanabilir.

Prof. Dr Kayıhan Pala

COVID-19 tablosuna baktığımızda bakanlığın il ya da bölge bazlı bir odaktan çok “Tüm Türkiye” ifadesi halk sağlığı açısından ne ifade ediyor?

Bu, salgının yurt çapında yayıldığını ve kontrol altına alınamadığını açıklıyor.

“İlk dalga sürüyor” diyen de var, “ikinci dalga geliyor” diyen de. Sağlık Bakanı ise “Salgın Anadolu’da ikinci zirve dönemindedir” diyerek “zirve” ifadesini kullanmayı tercih ediyor. Genel olarak içinde bulunduğumuz yükseliş halini nasıl değerlendirirsiniz? “Zirve” ve “dalga” tanımlamaları için ne söyleyebilirsiniz? 

COVID-19 salgını epidemiyolojik olarak ülkemizde halen ilk dalgasıyla sürmektedir. Olgu sayısındaki son haftalarda karşılaştığımız artış birinci dalga sırasında yeni tepe noktalarına doğru bir yükselme olduğunu göstermektedir. Eğer Bakanlık doğrulanmış olguları açıklayabilirse, gerçek bir salgın eğrisinde bu durum açık olarak görülecektir.

İstanbul Tabip Odası “Salgın politikası iflas etti, İstanbul için acil kapanma zamanı” vurgusu bir açıklama yaptı. TTB, sağlık çalışanları arasında yaşanan COVID-19 kaynaklı ölümlere ve alınmayan tedbirler karşısında ışık açıp-kapama eylemleri örgütlüyor. Basın toplantısında İTO Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Rukiye Eker Ömeroğlu’nun “İstanbul Wuhan’ı çoktan geride bıraktı” şeklinde bir sözü de oldu. Yeniden pandemi merkezi haline gelen Avrupa ülkelerinde kapatmalar yaşanırken bakanlığın tutumunu nasıl değerlendirirsiniz. Bakanlığın gerçek tedbir anlamında bir müdahalesi ufukta görünüyor mu? Yoksa Bakanlığın “halka aşı kotası-sağlık çalışanına izin ve istifa yasağı-vaka sayılarını gizleme” üçlüsü, pandemi krizini yönetme stratejisi olarak sürdürülecek mi?

Bakanlığın ve ne işlevi olduğu belli olmayan Bilim Kurulu’nun kısa zaman içerisinde salgını kontrol altına almaya yönelik bir müdahalesine ilişkin belirtiler henüz ufukta görünmüyor. 65 yaşın üzerindeki yurttaşlarımızın sokağa çıkmalarının sınırlandırılması kararı salgının kontrol altına alınmasını sağlayabilecek bir müdahale değil. Üstelik 65+ yurttaşlarımızın beden ve ruh sağlığını olumsuz etkileyebilecek bir karar. Sağlık Bakanlığı’nın pandeminin başlangıcından bu yana benimsediği olguları gizleyerek salgının etkisini düşük gösterme stratejisinin işe yaramadığı da artık daha açık bir biçimde herkes tarafından gözlenebilen bir gerçek. Ben önümüzdeki günlerde artan olgu sayısına bağlı olarak sağlık sisteminin yanıt verme kapasitesi çok düşebileceği için, Bakanlığın önlem almak zorunda kalabileceğini öngörüyorum. Ancak alınacak önlemler yalnızca hafta sonu kapanma ve/veya yalnızca kamu sektörünün kapsanması gibi yaklaşımlarla daha önce olduğu gibi sınırlı kalabilir. Oysa tam da bugünlerde virüsün en uzun kuluçka süresi olan 14 gün boyunca, olanaklıysa bunun iki katı kadar 28 gün boyunca, emekçileri olumsuz etkilemeyecek olanaklar ve destekler sağlanarak tam kapanma kararı alınmalıdır.

Son olarak bir halk sağlığı uzmanı olarak, kış mevsiminin yaklaştığı günlerde halka önerileriniz neler olabilir?

Salgınla mücadele bireye indirgenerek sürdürülemez. Öncelikle bunu söylemem gerekir. Bakan’ın her fırsatta dile getirdiği “Maske, mesafe, hijyen” söyleminin yeterli olmadığı açık olarak ortadadır. Etkili bir mücadele ancak merkezi hükümetin alacağı hem kamu sektörünü hem de özel sektörü kapsayacak kararlarla, yapacağı düzenlemelerle; yerel yönetimlerin katkısıyla ve yurttaşın alacağı kişisel önlemlerle birlikte yürütülebilir. Halka ilk önerim mücadelenin ancak böyle yürütülebileceği konusunda tutum alması, karar vericilerden buna yönelik kararları ivedi olarak almasını talep etmesidir. Halkımızın bu hastalıkla ilgili farkındalığını artırmak ve hastalığın ciddiyeti konusundaki algıyı da oluşturmak gerekiyor.

Sendika.Org'a Patreon'dan destek ol