Marx ve Paris Komünü: Bugüne notlar

Tarih bir bakıma işçi sınıfı hareketini yeterince olgunlaşmadığı bir zamanda “Komün” gerçeğiyle sınamıştır. Lakin bu, asla Paris Komünü’nün bir bekleme haline boyun eğmesi gerektiği ya da başarısızlığa mahkûm olduğu anlamlarına gelmiyordu

Önder Kulak 18 Mart 2021

Çizim: Ali Yıldız

Louis Bonaparte’ın kendisini yeni (III.) Napolyon ilan ettiği ve mutlak iktidar hayalleri kurduğu sırada Marx’ın öngörüsü, en nihayetinde II. İmparatorluk hikâyesinin “Vendôme Sütunu’nun tepesindeki tunçtan heykel”in devrilmesiyle sona ereceği yönündeydi.[1] Marx, kullandığı anlamlı heykel metaforuyla, Napolyon kültünün nasıl bizzat III. Napolyon eliyle yıkıldığına işaret etmekteydi. Birkaç yıl sonra, öngörüsünün “daha şimdiden gerçekleşmiş” olduğunu savundu.[2] Louis Bonaparte, 19 Temmuz 1870’te Prusya’ya savaş açtığında, bu öngörünün doğrulanması için son adımın da atılmış olduğunun farkında değildi. Öyle ki Marx’ın metaforu, Vendôme Sütunu’nun Parisli işçilerce 16 Mayıs 1871’de, tepesindeki tunçtan Napolyon heykeliyle beraber yıkılmasıyla, tam da kelimesi kelimesine gerçekleşmiş oldu.[3]

İşçi sınıfı ve savaş

Fransa-Prusya Savaşı’nın öne çıkan ilk sonuçlarından biri de işçi sınıfı hareketinde süregiden keskin bir tartışmanın gelinen noktada artık olgunlaşması, tarafların ve savunuların büsbütün netleşmesiydi. Birbirlerine çıkarları doğrultusunda savaş ilan eden farklı ülkelerin burjuvaları ve toprak sahipleri (ve elbette onların çıkarlarına bağlı olan “profesyonel siyasetçiler”) karşısında işçi sınıfının tavrı ne olmalıydı? İşçilerin örgütsel olarak güçlenmeye başladığı böylesi bir dönemde, soruya verilecek olan yanıt, savaş karşısında alınması muhtemel pek çok kritik kararı belirleyeceğinden, son derece önemliydi. Belli ki bu önemin farkında olan Uluslararası Emekçiler Birliği (UEB), Marx’ın kaleme aldığı Genel Konseyin Fransa-Prusya Savaşı Hakkındaki Birinci Bildirisi’yle, söz konusu savaş özelinde soruya yetkin bir yanıt vermeye çalışmıştı.

Marx hâlihazırda UEB’nin en etkili isimlerinden biriydi.[4] Bu süreçte de örgütün temel metinleri onun elinden çıkmıştı. Birinci Bildiri ise bunlardan ilkiydi. Birinci Bildiri’de Marx, UEB’nin Fransa-Prusya Savaşı’na ilişkin çeşitli bildirilerinden, açıklama ve konuşmalarından alıntılar eşliğinde, örgütün savaş karşısındaki tutumunun ana hatlarını özetlemiş ve aynı zamanda savaşla beraber (UEB’nin içinde ya da dışında, Fransa ve Almanya’da) ortaya çıkan kimi milliyetçi tavır alışları örtük biçimde eleştirmiştir.

İşçiler, egemen sınıflar arasında geçen bir savaşın tarafı değildir asla; esas olarak, savaşın tüm muhatapları bir taraf ve işçi sınıfı karşı-taraftır.[5] Kaldı ki savaş patlak verdiğinde, sonucu ne olursa olsun, her koşulda kaybeden ve yıkımın tüm bedelini ödemesi beklenen daima işçiler (ve emeğine dayanan öteki sınıflar) olur.[6] Başka bir deyişle işçinin çıkarına olan olgu, egemen sınıfların isteklerine, arzu ve tutkularına dayanan bir savaşın hiç yaşanmamasıdır. Öyleyse işçi sınıfı hareketinin savaş karşısındaki refleksi, tüm gücünü ve imkânını seferber ederek onu baştan engellemek ve başladığı takdirde derhal durdurmaktır.

Birinci Bildiri’de ayrıntılandırılan bu tavır, UEB’nin o günkü pratiğini de doğrudan yansıtmaktaydı. UEB örgütlü olduğu Avrupa şehirlerinde mümkün mertebe savaş karşıtı mitingler ve kampanyalar düzenlemiş, önce savaşın engellenmesi ve sonra durdurulması için halka mücadele çağrısında bulunmuştu.[7] Bu eşiği aşmak içinse ne mevcut gücü ne olanakları ne de halk desteği yeterliydi. Dolayısıyla savaşın seyri içinde etkisi oldukça sınırlı kaldı. Bunun sonucu, bir yandan barış ilkesinde ısrar ederken ve fazlası için çabalarken, bir yandan da savaşta kendini koruma musibetine boyun eğmekti. 16 Temmuz 1870’te Almanya, Braunschwig’deki bir mitingde, bir işçi lideri bu koşuldan şöyle bahsediyordu:

Derin bir kaygıyla ve acı içinde, kaçınılmaz bir musibet olarak bir savunma savaşına girmek zorunda kaldık; ama aynı zamanda, tüm Alman işçi sınıfını, savaşa ve barışa karar verme yetkisinin halklara ait olmasını isteyerek ve böylece onları kendi kaderlerinin efendileri hâline getirerek bu denli korkunç bir toplumsal felaketin yinelenmesini olanaksız kılmaya çağırıyoruz.[8]

 

Bu ifadeler aslında fiziki bir zayıflığı ve buna bağlı olarak bir hayıflanmayı yansıtmaktaydı. Savaşın durdurulmasını amaçlayan güçlü örgütlü bir irade bulunmasına ve halk nezdinde savaş karşıtlığının dikkate değer bir karşılığının bulunmasına rağmen, bu iradenin kısa sürede belirleyici bir güç hâline gelebilmesi için ne yeterli kadro ne de imkân vardı. Üstelik yapılanların fazlası için atılan her adım, savaş karşıtı mitinglerin ve kampanyaların akabinde UEB şubelerinin Fransa’da basılması ve kapatılması örneğinde olduğu gibi, düzen tarafından amansızca bastırılmaya çalışılıyordu.[9] Böylece farklı dillerde konuşan işçilerin birbirini kırmasının ve bedelin bütün bir sınıfa ödetilmesinin önüne geçilemedi ve işçi sınıfı hareketi bir anlamda yenilgiye uğramış oldu.

Marx’ın öngördüğü üzere savaş II. İmparatorluk’un aleyhinde seyretti; Almanya nezdinde savunma amaçlı olma özelliğini yitirdi ve yozlaşarak Fransız halkına karşı yürütülen bir savaşa dönüştü.[10] Sedan Muharebesi’nde aldığı büyük yenilginin ardından Louis Bonaparte, 2 Eylül 1870’te Prusya Ordusu’na teslim oldu ve Prusya böylece Fransa’ya yönelik en ağır şartları dayatmaya koyuldu.

III. Napolyon’un teslim olmasıyla beraber, Paris halkı 4 Eylül 1870’te III. Cumhuriyet’i ilan etti. Ancak çok geçmeden, burjuva cumhuriyetçiler ve Orleans yanlılarından oluşan bir ittifak, iktidarı ele geçirdi. Bunda, halkı bir şekilde ikna eden, “ateşkes koşullarının savaşın sürdürülmesini olanaksız” kıldığı ve “Bismarck’ın dayattığı barışı onaylama işini en iyi yapacak olanların … Fransa’daki en kötü adamlar” olduğu propagandasının büyük rolü vardı.[11] Böylece hemen bir Ulusal Savunma Hükümeti (USH) kuruldu.

UEB’nin USH karşısındaki tavrı, yine Marx tarafından kaleme alınan Genel Konseyin Fransa-Prusya Savaşı Hakkındaki İkinci Bildirisi’nde açıklandı. İkinci Bildiri, “Fransız işçi sınıfı”nın bu “en zor koşullar altında,” yani “[d]üşman Paris’in kapılarına dayanmak üzereyken, yeni hükümeti devirmeye yönelik her tür girişim”in umutsuz bir delilik” olacağını belirtmekte ve tüm pespaye niteliğine[12] rağmen ona şimdilik katlanmak gerektiğini savunmaktaydı.[13] İşçiler böylece “sınıflarını eksiksiz bir şekilde örgütlemek için” “cumhuriyete özgü özgürlüğün kendilerine sunduğu araçları sakin ve kararlı bir şekilde” kullanacaklardı ve bu, “onlara, Fransa’nın yeniden doğumu için ve emeğin kurtuluşunu sağlama ortak görevimiz için yeni, Herkülvari güçler” kazandıracaktı.[14]

Bu doğrultuda hareket etmeyi kararlaştıran UEB’nin önüne koyduğu ilk amaç, işçi sınıfı hareketinin (özellikle Fransa ve Almanya’da) “Fransa için onurlu bir barış” ve “Fransız Cumhuriyeti’nin tanınması” sloganları etrafında birleştirilmesi ve savaşın ağır bedelinin Fransız işçisine ve beraberinde tüm halka ödetilmesini engellemekti.[15] Peki “Fransız işçileri barış döneminde saldırganı durduramamışken, silahların gürültüsü altında Alman işçilerinin galip geleni durdurma şansı daha yüksek olabilir” miydi?[16] Bu sorunun yanıtı, nihayetinde, işçilerin sergileyecekleri pratiğin bir sonucu olacaktı.

Bismarck komutasındaki Prusya Ordusu, kısa süre içinde Paris önlerine kadar ilerlemişti. Amacı Paris’i işgal ederek yağmalamak ve şartlarını birebir uygulamaktı. Buna karşılık USH, Paris’e girmek isteyen yabancı bir ordudan ziyade, işçi sınıfının iktidara yönelik olası bir ayaklanmasından endişeleniyordu.[17] Bu nedenle Paris’i savunmak için hazır bekleyen Ulusal Muhafızlar’ın (UM) ve dolayısıyla tüm halkın silahsızlanması çağrısında bulundu. İsteği, özellikle işçilerin savaş sonrasında dayatılacak olan tüm olumsuz koşullara sessiz sedasız boyun eğmesinin uygun zeminini yaratmaktı. Bu aynı zamanda Prusya Ordusu’nun işini kolaylaştırmak anlamına da gelmekteydi. Başka bir deyişle USH, Paris’in işçiler yerine işgalci bir ordunun eline geçmesini yeğliyordu. Çünkü “silahlı Paris, silahlı devrim demekti. Paris’in Prusyalı saldırgana karşı kazanacağı bir zafer, Fransız işçisinin Fransız kapitalistine ve onun devlet asalaklarına karşı kazanacağı bir zafer” olacaktı.[18]

Adolphe Thiers’in başında olduğu USH’nin Parisli işçilere yönelik tehditleri ve saldırıları Fransa halkının tepkisini çekerken, kullandığı yöntemler ve siyaseten yaptığı hatalar da egemen sınıflar içinden kimi kesimleri rahatsız etmekteydi. Örneğin pek çok burjuva cumhuriyetçisi sorunun bir uzlaşmayla çözülmesinden yanaydı. Buna karşılık USH’nin hamlesi, iktidarın pekiştirilmesi amacıyla, bileşenleri arasına daha çok cumhuriyet karşıtı ve dolayısıyla toprak sahibi ve muhafazakâr burjuva katmak oldu.[19] Hükümetten başlayarak devletin hemen her kurumunda kendisini hissettiren “cumhuriyet” karşıtı kadrolaşmaya bakıldığında, III. Cumhuriyet’in adı dışında II. İmparatorluk’tan pek bir farkı olmayacağı aşikardı.[20] Bütün bunlar, Marx’ın da belirttiği üzere, Fransa için İkinci Bildiri’de umulan koşullardan farklı bir gidişatın olduğuna, dolayısıyla işçi sınıfının USH’ye katlanması için hiçbir neden kalmadığına, aksine sürecin onu öne çıkmaya zorladığına işaret etmekteydi:

Ve şimdi, Paris, ya Bordeaux’daki isyancı köle sahiplerinin onur kırıcı buyruğu doğrultusunda silahlarını bırakacak ve 4 Eylül’deki devriminin tek anlamının devlet iktidarının basitçe Louis Bonaparte’tan kralcı rakiplerine devredilmesi olduğunu kabul edecekti, ya da, bunu yapmayacaksa, İkinci İmparatorluğu yaratmış ve bu imparatorluğun koruması altında tümüyle çürüyecek kadar olgunlaşmış olan siyasal ve toplumsal koşulları devrimci bir şekilde ortadan kaldırmadan çöküşten kurtarılması ve yeniden doğması mümkün olmayan Fransa’nın kendisini feda eden öncüsü olarak öne çıkmak zorundaydı.[21]

Thiers’in hayali, egemen sınıfların verili konumlarını güvence altına alarak, yeniden olağan bir akış yaratmaktı. Bunun için iç borçlanma koşulunu sağlamak ve Prusya’nın dayattığı şartları, özellikle de ağır vergi yükünü yürürlüğe koymak zorundaydı.[22] Karşısındaki tek büyük engel ise Paris’in silahlı işçileriydi.

İşçilerin iktidarı

III. Cumhuriyet’in kontrolünü eline alan Thiers, UM’nin Paris Komutanlığı’nın yönetim kademesine dilediği subayları atamak istemişse de başarılı olamamıştır. UM, II. İmparatorluk’un çöküşüyle beraber, Prusya işgaline karşı kendini doğaçlama biçimde yeniden örgütlemeye yönelmiş ve bunun fiili sonucu olarak yapısı köklü biçimde değişmeye başlamıştır.[23] Bu değişimlere bağlı olarak, UM’nin başlıca insan kaynağı şimdi işçilerdi ve idaresi, birkaç eski subayın varlığı dışında, seçimle belirlenen bir meclise aitti.[24] Dolayısıyla işçi temsilcilerinin UM’nin iradesini belirlemede giderek artan bir etkisi söz konusuydu.

Savaşın gelinen bu son aşamasında UM, hezimete uğramış düzenli ordudan çok daha canlı ve güçlü durumdaydı. Üstelik yenilgiyle beraber Prusya Ordusu’na terk edilen ağır silahları hâlihazırda ele geçirmiş ve envanterine katmıştı. İşte Thiers’in endişesi de tam burada başlıyordu. Ağır silahları elinde tutan UM, tüm silahsızlanma çağrılarını açıkça reddetmekteydi. Dahası, USH’nin izlediği teslimiyet çizgisi, devrimci fikirlerin ivme kazanarak UM’de destek bulmasını sağlıyor ve böylece işçilerin iktidara yönelmeleri için uygun bir zemin oluşuyordu.

Paris’teki birkaç başarısız kalkışmadan en dikkate değer olanı, 31 Ekim 1870’te Blanqui öncülüğünde gerçekleşti. Başarılı olamamasının nedeni, ayaklanan işçilere ertesi gün bir seçim düzenleneceği ve yönetimin seçimle belirleneceği sözü verilmesi ve işçi liderlerinin işgal altındaki bir şehirde henüz iç savaşı göze alamadıklarından bu söze itimat etmeleriydi. Beklendiği üzere bu söz tutulmadı. Marx’a göre işçilerin başarısız olması, Fransa’nın ve Paris Komünü’nün geleceğine yönelik kritik bir sonuca sahipti.[25] Zira II. İmparatorluk’un Sedan Muharebesi’nde aldığı yenilgi akabinde, Fransa’da dikkate değer bir dinamik mevcuttu; pek çok yerde işçiler sokaklara çıkmış ve dahası Lyon, Marsilya ve Toulouse gibi birkaç şehirde “komün iktidarları” kurmuş ancak bunlar USH tarafından yenilgiye uğratılmıştı. Marx’a bakılırsa, Paris Komünü o gün kurulsaydı, tüm Fransa’yı tutuşturabilme olanağı çok daha güçlüydü.[26]

Paris’in silahlı işçileri, nihayet 18 Mart 1871’de, “Vive la Commune!” sloganları eşliğinde burjuva devlet mekanizmasını ezerek, “işçilerin iktidarı” Komün’ü ilan ettiler. Komün de tıpkı burjuva devlet aygıtı gibi bir sınıf diktatörlüğüydü; ancak onu ayırıcı kılan, tüm sınıfların ortadan kaldırılması çıkarına olan toplumun çoğunluğuna, yani işçi sınıfına dayanmasıydı. Bu yeni devlet formu, “toplumsal kurtuluşun, yani, emeğin, işçiler tarafından yaratılan ya da doğanın armağanları olan emek araçları üzerinde tekel kuranların gaspçılığından (köleciliğinden) kurtarılmasının siyasal biçimi”ydi[27] ve mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesini amaçlıyordu. Başka bir deyişle, sömürü ilişkilerine ve özel mülkiyete karşı, üretim ilişkilerinin bütünüyle toplumsal mülkiyet temelinde örgütlenmesini önüne koymaktaydı.[28] Bu nedenle burjuvazi ve toprak sahipleri, sıradan işçiler yıkılmaz sandıkları toplumsal dokuları parçalarken ve boşalan yerleri yeni ilişkilerle doldururken, “belediye binasının üzerinde dalgalanmakta olan Emek Cumhuriyeti simgesinin, yani Kızıl Bayrağın görüntüsü karşısında öfke nöbetlerine” tutuluyorlardı.[29]

Böylesi bir ekonomik zemine oturan Komün’ün siyasal yapısı, merkezden yerele ve yerelden merkeze, iç içe geçen bir meclisler ağıydı. Meclislerin her mensubu, istisnasız seçime tabiydi. Genel oy hakkı şimdi ilk kez gerçek anlamda Komün bünyesinde uygulanıyordu; her yurttaş seçme ve seçilme hakkına sahipti. Dolayısıyla seçenlerin ve seçilenlerin çoğunluğunu işçiler oluşturmaktaydı. Seçim, tikel iradeler yok sayılmadan tümel iradenin kurulmasını amaçlayan Komün’de, devlet işleyişinin yalnızca bir bileşeniydi. Başka bir deyişle, burjuva devlet aygıtında olduğu gibi yalnızca “altı yılda bir, egemen sınıfın hangi üyesinin parlamentoda halkı temsil edeceğine ve ezeceğine karar vermesi” asla söz konusu değildi.[30] Çünkü Komün nezdinde seçme-seçilme ilişkisi verilen oyun ötesine uzanıyordu; oy vermek sadece bir başlangıçtı. Seçilen, temsil ettiği birey ve topluluklara hesap vermekle yükümlüydü. Bununla birlikte, denetime daima açık olan temsilci, halk tarafından istendiği zaman geri çağrılabilir ve doğru gerekçeler doğrultusunda azledilebilirdi. Marx bir bütün olarak bu mekanizmayı çalışmasında şöyle özetlemişti:

… en küçük köylerde bile siyasi biçiminin komün olacağı … açıkça belirtiliyor. Her bir ilçenin kırsal yerleşim birimleri ortak işlerini ilçe merkezinde toplanan bir temsilciler meclisi aracılığıyla yürütecek ve bu ilçe meclisleri de Paris’teki Ulusal Delegasyona temsilciler gönderecekti; temsilciler, her zaman görevden alınabilir olacak ve seçmenlerinin belirlenmiş talimatlarına bağlı kalacaktı. Bunların ardından hâlâ merkezî bir iktidara kalacak olan az sayıdaki ama önemli görevler, … komünal, yani sıkı sıkıya sorumluluk sahibi görevlilere devredilecekti. Ulusun birliği … Komünal Anayasayla örgütlenecekti …[31]

Komün burjuva devlet aygıtının temellendiği çıkar çatışmalarını ve beraberindeki bölünmüşlüğü içermediğinden, meclisler yasama ve yürütme işlevlerini bir arada üstlenmekteydi. Gündeme alınan sorunun ve çözümün (merkezi, yerel ya da bütünleşik) niteliğine göre, ilgili meclis yerinde karar ve müdahale olanağına sahipti. Bu çaba sırasında kalabalık ve hantal bir bürokrasiye hiçbir şekilde ihtiyaç yoktu. Artık bir işçi ücreti karşılığında çalışan devlet memuru da ne ayrıcalıklıydı ne de oturduğu koltuktan kazanç sağlama olanağına sahipti.

Komün, burjuva iktidarında halkı baskı altına almanın birer aracı olan asker ve polis gücünün yerine, ulusal muhafızları, yani silahlanmış halkı koydu. Halk, meclisler aracılığıyla hem hedefi belirleyen hem namluyu tutan tek faildi. Bu koşul güç kullanımını gerekçelendiren yargının yeni toplum uyarınca düzenlemesiyle tamamlanmaktaydı. Yargı artık sömürü ve baskı ilişkilerinin koruyucusu değil Komün’ün koyduğu yasaları uygulama ve denetleme alanıydı. Bu iki değişimin kısa sürede beraberinde getirdiği çarpıcı sonuçlardan biri de toplumsal güvenliğin hiç olmadığı kadar sağlamlaşmasıydı. Öyle ki “Paris’in sokakları ilk kez gerçekten yine güvenli hâle”[32] gelmişti.

Komünal iktidarın başlıca işlevi, çatlamış bir tohum misali gelişmeye başlayan yeni toplumun önünü açmaktı. Bu noktada önemli bir hamle olarak Komün, “manevi baskı aygıtları” arasında bulunan kiliseleri dağıttı ve kamulaştırdı.[33] Halkın dilediği ölçüde destek verdiği kurumlara dönüştürdü. Ayrıca kilisenin eğitimdeki etkisini bütünüyle kırarak eğitimi yeniden ele aldı ve yapılandırdı; tüm “kamu hizmetleri” gibi ücretsiz ve yaygın ölçüde erişilebilir kıldı.

İşçilerin giriştiği tüm bu değişimleri mümkün kılan siyasal iktidarın ele geçirilişi, Komün’ün karakterini de özetleyen iki temel dayanak noktasına sahipti. Bunlardan ilki, işçi sınıfının devrimdeki ideolojik ve fiziki liderliğiydi.[34] Bu bağlam her şeyden önce, işçi sınıfının tarihsel birikimiyle birlikte düşünülmeli ve söz konusu zincirdeki yeri doğru tespit edilmelidir. Örneğin devrim arayışı bakımından, işçi sınıfının 1848 Şubat Devrimi’nde ve sonrasında 1848 Mayıs ve 1848 Haziran kalkışmalarında sergilediği, Fransız Devrimi’nin eleştirisine bağlı toplum ısrarıyla ilişkilendirilmelidir.[35] Diğer yandan Komün Devrimi’nin ilk doğrudan adımları için Fransa-Prusya Savaşı’nı engelleme ve durdurma çabalarına bakılmalı. Zira işçi sınıfı hareketi savaşı engelleyememiş ve durduramamış olsa da savaş karşısındaki iradesini korumuştur. Belli ki bu irade, UM’de beliren fırsatın doğru biçimde değerlendirilmesiyle, savaşın başından itibaren geçilmek istenen eşiğin aşılmasını sağlamış, egemen sınıflara karşı bir iç savaşa yönelmiş ve böylece hem teslimiyete hem kapıdaki işgalciye karşı ulusun savunmasını üstlenmiştir.[36]

İşçilerin devrimdeki ideolojik ve fiziki liderliği, ilişkili bir başka dayanak noktasıyla birleşerek, devrimin önünü büsbütün açmıştır. Bu dayanak noktası, işçi sınıfının halk kategorisi içinde sayılan ara sınıflar üzerinde kurduğu hegemonya ve beraberinde onlara kendi öncülüğünü kabul ettirme koşuludur. Devrimin önünün açılması ve ilerlemesi bağlamında, burada iki kesimden bahsetmek mümkün. Birincisi, bir şekilde kendi geçim araçlarına sahip olan ya da bunları düzenli biçimde temin edebilen tikel küçük burjuva özneler ve ayrıca “esnaf” diye tabir edilmesi doğru olan küçük ve alt orta burjuva özneler şeklinde düşünülebilir. Bunlara ikinci olarak, ancak kendisine yetecek ölçüde toprağa sahip olan köylüler eklenmelidir.

USH, işçi sınıfı hareketini halkın diğer kesimlerinden yalıtmak ve böylece olası bir kalkışmada yalnız bırakmak niyetiyle, sözü edilen şehirli ara sınıflar adına bir moratoryum ilanında bulunmuştur. Bu ilan uyarınca kira, fatura ve tüm öteki borçlar, belirlenen süre dahilinde ertelenmiş oldu. Thiers, ara sınıfların önemli bir kısmını arkasına almak ya da tarafsızlaştırmak istediğinden, savaş sonrası bütçe sıkıntısına rağmen böylesi bir kararı almak zorundaydı. Görünen o ki alınan karar bir süre başarılı da olmuştu; moratoryum süresi boyunca ara sınıfların büyük kısmı sessizliğini korudu. Lakin moratoryum 13 Mart 1871’de sona eriyordu ve Thiers kendisi yönelen tüm tepkilere rağmen yeni bir ertelemede bulunmayı reddetti. Bu pek çok ara sınıfın yıkımı anlamına gelmekteydi. Öyle ki savaş sonrası enkaz haline gelen ekonomide, söz konusu borçların ödenme koşulu yoktu. İşte tam bu noktada, işçi sınıfı hareketi borçların makul bir plan dahilinde erteleneceği vaadinde bulundu.[37] Böylece ara sınıfların sessizliği bozuldu ve bu süreçte işçi sınıfı hareketiyle müttefik olan Cumhuriyetçi Birlik[38] mensubu “radikal demokrat” entelektüellerin de etkisiyle, tarafını işçilerden yana belirledi.[39]

Köylülüğe gelince, devrimde herhangi bir rolü yoktu. Ancak işçi sınıfının köylülüğün desteğini alması, Komün’ün USH’yi ezecek ölçüde güçlenmesi ve Fransa geneline yayılması bakımından olmazsa olmaz bir koşuldu.

Köylüler sürekli borç yükü altında olmanın yanı sıra, mülk sahibi olup da savaş tazminatı kesintisinin ve ağır vergi yükünün dayatıldığı başlıca topluluktu. Bu nedenle hep topraklarını kaybetme ve kır işçisi olma tehdidiyle karşı karşıyaydı. Devrim ise köylünün çıkarlarıyla doğrudan örtüşmekteydi. Öyle ki Komün, egemen sınıfların “Prusya’ya ödenmesi kabul edilen beş milyarlık savaş tazminatının asıl yükünü köylülerin sırtına” yüklemesine karşıydı.[40] Dahası kan vergisi gibi köylüyü tüketen tüm vergileri ve “kâğıt masrafları”nı, asker ve polis gücünün yaşam alanına saygısızlığını ortadan kaldırmayı şiddetle savunuyordu. Komün’ün köylülere sağlamak istediği koşullar, eğitim ve başka imkânların kıra taşınması ve köylülerin ortak mülkiyet toplulukları kooperatiflerde buluşmasıydı.[41] Tüm bunlar dolayısıyla USH, “komünal Paris ile iller arasındaki serbest iletişimin genel bir köylü ayaklanmasına yol açacağı”nın farkındaydı.[42] Bu nedenle gücünün büyük kısmını bu iletişimi engelleme yönünde sarf etti.

Marx’ın belirttiği gibi “[o]rta burjuvazi ve küçük burjuvazi, iktisadi varlık koşulları nedeniyle yeni bir devrimi başlatma olanağından yoksundu ve egemen sınıfların yolunu izlemek ya da işçi sınıfının müttefikleri olmak zorundaydılar.”[43] Komün’ün kapitalizm koşullarında mülkleri ve imkânları azalma eğiliminde olan ara sınıflara verebileceği, ilk olarak bu eğilimin durdurulması ve zamanla ortak mülkten toplumsal mülkiyete katılıma koşut biçimde, sahip olunan maddi imkânların -ya da daha fazlasının- toplumun bir standardı haline gelmesiyle daimi kılınmasıydı. Bunun anlamı, toplumun tümünün temsilini somut biçimde üstlenebilme olanağına sahip olan işçi sınıfının, kendisi için istediği gelişkin yaşam koşullarını tüm toplum için gerçekleştirmesidir.

Yenilginin kapısını aralayan yanlışlar

Belki “sezgisel” olarak, Marx’ın Paris Komünü’nü bir “erken doğum” şeklinde değerlendirdiğini söylemek mümkün. Ancak kimi yazarların özellikle İkinci Bildiri’ye atıfta bulunarak, nihayetinde başarısız olacağı ve beraberinde ağır bedeller getireceği düşüncesiyle, Marx’ın gerçekleşen devrime sıcak bakmadığını iddia etmeleri, bunca materyale rağmen son derece abes ve en nazik ifadeyle art niyetlidir.[44] Marx, daha önce de değinildiği üzere, Fransa’da İç Savaş’ın hem yayımlanan metinlerinde hem yayımlanmayan taslaklarında, İkinci Bildiri’de ifade ettiği USH’ye katlanma koşulunun hâlihazırda ortadan kalktığına işaret etmiş ve gelinen noktada işçilerin ya egemen sınıfların onur kırıcı buyruğu doğrultusunda silahlarını bırakacağı ya da Fransa’nın kendisini feda eden öncüsü olarak öne çıkacağı bir ayrımda kaldığını belirtmişti. Dolayısıyla tarih bir bakıma işçi sınıfı hareketini yeterince olgunlaşmadığı bir zamanda “Komün” gerçeğiyle sınamıştır. Lakin bu, asla Paris Komünü’nün bir bekleme haline boyun eğmesi gerektiği ya da başarısızlığa mahkûm olduğu anlamlarına gelmiyordu; “iradesi”ni oluşturan unsurların verili dezavantajları yerinde ve ustaca müdahalelerle gidermesi ve böylece olgunlaşmasını olağandışı biçimlerde tamamlaması marifetiyle, pekâlâ başarabilirdi. Başka bir deyişle Komün’den beklenen, olağan akışın sınırlarını zorlaması, onu aşarak yönünü değiştirmesi ve başka bir tarihi mümkün kılmasıydı.

Komün’e ilişkin değerlendirmelerinde Marx, yenilginin kapısını aralayan yanlışlara ve bu yanlışlara düşülmeseydi belirmesi olası alternatiflere, ayrıntılı biçimde yer verir. Bu bağlamda, yukarıda da değinilen, devrimin ayaklanma dinamiklerinin tüm ülkede daha güçlü olduğu 31 Ekim 1870’te gerçekleşme koşulu varken elden kaçırılmasına yönelik eleştirisi, burada en başta düşünülebilir. Devrim, Marx’a göre, tüm Fransa’yı tutuşturabilmenin çok daha olası olduğu bu zaman aralığıyla buluşamayarak geç kalmıştı. Bununla birlikte, Komün’ün devrimle beraber Paris’in dışına yayılma ve tüm ülkede hâkimiyet kazanma olanağı henüz yitirilmiş değildi. Marx, askeri açıdan hâlâ zayıfken Versay’a kaçan USH’ye bir baskın saldırıda bulunmanın böylesi bir koşulun önünü açabileceğini öngörüyordu.[45] Diğer yandan bu fırsatı kullanmamış olması, Komün nezdinde bir felaketle sonuçlandı. USH tüm zayıflığına rağmen saldırılarına ara vermedi, gücünü topladı ve nihayetinde Prusya’yla anlaşarak etkili bir saldırı planı hazırlama ve uygulama olanağı buldu. Marx’a bakılırsa, Komün’ün artık bir saçmalığa varan “merhameti,” bu örnekte olduğu gibi onu önemli yol ayrımlarında eylemsiz kılıyordu.[46]

Devrim gerçekleşirken burjuvazi, toprak sahipleri ve beraberinde üst orta sınıflar korku içinde titriyorlardı. Çünkü “[b]u zafer, onlar için, halkın öç alma zamanının sonunda geldiğinin işaretiydi. 1848’in Haziran günlerinden 22 Ocak 1871’e kadar onlar tarafından öldürülmüş olan kurbanların hayaletleri” bir anda gözlerinin önünde belirmişti.[47] Ancak Marx’ın dediği gibi sadece korktuklarıyla kaldılar.[48] Halka karşı suç işleyenler, “olması gerektiği gibi silahsızlandırılmak ve tutuklanmak yerine, Paris’in kapılarını, güvenli bir şekilde Versailles’a kaçmalarını sağlayacak şekilde ardına kadar açık buldu”lar.[49] Bu durum öyle olmasa da karşı cepheden bir zayıflık işareti olarak yorumlandı. Derken Paris’te hemen bir dizi karşıdevrimci kalkışma tertiplendi. Bastırılmış olsalar da sorumluları serbest bırakıldı ve onlar da Versay’a kaçana kadar silahlı-silahsız faaliyetlerini sürdürdü. Bütün olanlara rağmen kimilerinin 26 Mart 1871’de düzenlenen Komün temsilcileri seçimine katılmalarına dahi müsaade edildi. Marx seçime katılan bu kimselerin ağızlarının içinde barış mesajları verirken, aslında kanlı intikam yeminleri ettiklerini belirtiyordu.[50]

Bu sırada Versay’ın tutuklama, yaralama ve ölümle sonuçlanan saldırıları durmaksızın sürmekteydi. Komün saldırılara karşı bir misilleme kararnamesi çıkarmış olsa da “Paris’te Ulusal Muhafız giysileri içinde yakalanan jandarma ajanlarının bile, yangın bombaları taşıyan polis memurlarının bile bağışlandığını fark eder etmez,” USH bunun içi boş bir tehdit olduğu kanaatine vardı ve saldırılarını giderek ağırlaştırmaktan çekinmedi.[51] Öyle ki tutsakların topluca katledilmesi, sokak ortasında komünarlara işkence edilmesi, çatışmalar sırasında evlere sığınanların canlı canlı yakılması ve diğer pek çok vahşetin faili oldu. Ve son olarak, Paris’i kuşatmak ve komünarlara saldırmak için Prusya’dan yardım istedi.

Komün, iktidarını ilan ettikten sonra, Prusya’yla çatışmasızlık içinde hareket etmiş ve Bismarck da buna bağlı olarak Komün ve USH arasında tarafsızlık ilan etmişti. Lakin Bismarck’ın amacı asla Komün’le bir anlaşma imzalamak değildi. Komün’ün Fransa’ya dayatılan şartları kabul etmeyeceğinin ve ayrıca yanı başında böylesi “kötü” bir örneğin en nihayetinde kendisinin de “aleyhine” olacağının farkındaydı. Sadece USH’ye dayattığı şartları iç savaştaki konumu sayesinde daha da ağırlaştırmak istiyordu.[52]

USH, Komün’ün ilan edilmesiyle prestij kaybetmiş ve Fransa illerinden beklediği desteği alamamıştı. Bilhassa burjuva cumhuriyetçiler karşısındaydı; Komün’le asgari bir noktada uzlaşma sağlanması yönünde hareket edilmesi gerektiğini düşünüyorlardı.[53] Thiers’in gelinen noktada bunu kabul etmesi ise mümkün değildi.

USH, Fransa Ordusu’nu derme çatma biçimde yeniden toparlamaya çalışmış olsa da hâlâ UM’nin karşısına çıkabilecek bir güç olmaktan çok uzaktı.[54] Prusya önündeki tek seçenek olarak duruyordu. Dolayısıyla desteğini almak için Prusya’nın her söylediğini onaylamak dışında başka bir yolu yoktu.[55] Prusya, USH’yle nihai barış anlaşmasının akabinde, binlerce tutsak askeri serbest bırakmayı ve Paris’e karşı ağır silah kullanmayı kabul etti.[56] Böylece güç dengesindeki asimetri bu kez Thiers lehine değişmiş oldu. Komün büyük bir direniş sergilemiş olsa da ağır yenilgiye uğradı.[57] Paris, işçi sınıfı için böylece bir cehenneme dönüştü.

Marx, yenilginin altındaki diğer nedenleri sorgularken, Komün’ün Banque de France’ın kamulaştırılmasına ilişkin çekincesini de bu nedenlerin arasında saymıştır.[58] Komün, belirli bir tazminat karşılığında, mülk sahipleri tarafından işletilmeyen üretim araçlarına derhal el koyuyordu. Ayrıca kilise mülklerini de kamulaştırmıştı. Ancak aynı kararlılığı ileride merkez bankası olacak olan banka için gösteremedi. Marx bunu anlamsız buluyordu. Oysaki merkez bankasının ele geçirilmesi, hem meşru hem de bütçenin oluşturulması açısından elzemdi. Hatta bir çıkmaz halinde rehine misali bile kullanılabilirdi.[59] Sözgelimi düşen Paris’te komünarlar için bir çıkış kapısı oluşturabilirdi.

Paris Komünü düşmüş olsa da işçi sınıfı hareketinin birikiminde hem teorik hem de pratik çok kritik kazanımlar sağladı. Öyle ki “Paris’in verdiği kavga sayesinde, işçi sınıfının kapitalist sınıf ve kapitalist devlet karşısındaki savaşımı yeni bir evreye girdi. Bu kavganın sonucu ne olursa olsun, dünya çapında tarihsel bir önem taşıyan yeni bir çıkış noktası” kazanılmış oldu.[60]

Dipnotlar:

[1] Karl Marx, Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i, çev. Erkin Özalp, İstanbul: Yazılama Yayınları, 2009, s. 128.

[2] A.g.e., s. 12.

[3] Bkz. Karl Marx, Fransa’da İç Savaş (1), çev. Erkin Özalp, İstanbul: Yordam Kitap, 2016, s. 94; Karl Marx, “Fransa’da İç Savaş’ın Taslaklarından Seçmeler,” Fransa’da İç Savaş (1) içinde, s. 134.

[4] Bu etkisi Paris Komünü süreciyle beraber en yüksek noktasına erişmiştir.

[5] Bkz. Karl Marx, “Genel Konseyin Fransa-Prusya Savaşı Hakkındaki Birinci Bildirisi,” Fransa’da İç Savaş (1) içinde, s. 34.

[6] Kazanan tarafın edindiği ganimetten işçi sınıfına küçük bir pay verdiğine kimi zaman rastlamak mümkün. Lakin kaybeden ülkedeki işçinin yaşam koşullarının yıkımı pahasına verilen bu pay, ödenen bedelle kıyaslanabilir dahi değildir.

[7] Bkz. a.g.e., ss. 31, 33, 34.

[8] A.g.e., s. 33.

[9] Bkz. a.g.e., ss. 29-30.

[10] Karl Marx, “Genel Konseyin Fransa-Prusya Savaşı Hakkındaki İkinci Bildirisi”, Fransa’da İç Savaş (1) içinde, s. 37.

[11] Karl, Marx, Fransa’da İç Savaş, s. 64.

[12] USH’de öne çıkan isimlerin ve bizzat hükümetin eleştirisi için sırasıyla bkz. Karl Marx, Fransa’da İç Savaş (1), ss. 57-59; “Genel Konseyin Fransa-Prusya Savaşı Hakkındaki İkinci Bildirisi”, ss. 45-46.

[13] Karl Marx, “Genel Konseyin Fransa-Prusya Savaşı Hakkındaki İkinci Bildirisi”, s. 46.

[14] A.g.e., s. 46.

[15] Bkz. a.g.e., s. 44.

[16] A.g.e., s. 45.

[17] Bkz. Karl Marx, Fransa’da İç Savaş (1), ss. 53-55, 66, 68.

[18] A.g.e., s. 53.

[19] Bkz. Karl Marx, Fransa’da İç Savaş (1), s. 65; “Fransa’da İç Savaş’ın Taslaklarından Seçmeler,” s. 168.

[20] Bkz. Karl Marx, “Fransa’da İç Savaş’ın Taslaklarından Seçmeler,” s. 159.

[21] Karl Marx, Fransa’da İç Savaş (1), s. 70. Benzer bir bağlam için bkz. “Marx’tan Hanover’deki Ludwig Kugelmann’a,” çev. Kenan Somer, Fransa’da İç Savaş (2) içinde, Ankara: Sol Yayınları, 1991, s. 157.

[22] Thiers’in son derece hevesli olduğu iç borçlanma bağlamında bkz. Karl Marx, Fransa’da İç Savaş (1), s. 67.

[23] Ulusal Muhafızlar’ın nasıl yeniden örgütlendiği, verili bileşenleri ve ayrıca ağır silahları nasıl ele geçirdiği bağlamlarında bkz. Karl Marx, Fransa’da İç Savaş (1), ss. 68-69; “Fransa’da İç Savaş’ın Taslaklarından Seçmeler,” ss. 141-142.

[24] Bkz. Karl Marx, Fransa’da İç Savaş (1), s. 68; “Fransa’da İç Savaş’ın Taslaklarından Seçmeler,” s. 142.

[25] Karl Marx, “Fransa’da İç Savaş’ın Taslaklarından Seçmeler,” ss. 139-140.

[26] Marx’ın böylesi bir Fransa için öngörüleri bağlamında bkz. a.g.e., ss. 150-151.

[27] A.g.e., s. 151.

[28] Bkz. a.g.e., s. 152.

[29] Karl Marx, Fransa’da İç Savaş (1), s. 89.

[30] A.g.e., s. 85.

[31] A.g.e. s. 85.

[32] A.g.e., s. 98.

[33] Bkz. a.g.e., s. 84.

[34] Bkz. Marx, Fransa’da İç Savaş (1), ss. 87-89; “Fransa’da İç Savaş’ın Taslaklarından Seçmeler,” ss. 161-164.

[35] Bkz. Karl Marx, Fransa’da İç Savaş (1), s. 83.

[36] Bkz. Karl Marx, “Fransa’da İç Savaş’ın Taslaklarından Seçmeler,” ss. 164-166.

[37] Bkz. Karl Marx, Fransa’da İç Savaş (1), s. 90; “Fransa’da İç Savaş’ın Taslaklarından Seçmeler,” s. 158; “Karl Marx’ın Paris Komünü Üzerine Konuşması,” Fransa’da İç Savaş (2) içinde, s. 106.

[38] Bkz. Karl Marx, “Fransa’da İç Savaş’ın Taslaklarından Seçmeler,” s. 157.

[39] Bkz. a.g.e., s. 158.

[40] Karl Marx, Fransa’da İç Savaş (1), s. 92.

[41] Bu bağlam için bkz. Karl Marx, “Fransa’da İç Savaş’ın Taslaklarından Seçmeler,” ss. 155-157.

[42] Karl Marx, Fransa’da İç Savaş (1), s. 93.

[43] Karl Marx, “Fransa’da İç Savaş’ın Taslaklarından Seçmeler,” s. 147.

[44] Buna karşıt bağlamda bkz. Karl Marx, “Marx’tan Hanover’deki Ludwig Kugelmann’a,” Fransa’da İç Savaş (2) içinde, s. 156. Burada ayrıca Marx’ın olumlayarak bahsettiği Komün’ün UEB üyeleri için bkz. Karl Marx, “Karl Marx’ın The World Gazetesi Muhabiri ile Bir Konuşmasının Metni,” Fransa’da İç Savaş (2) içinde, s. 127; “Fransa’da İç Savaş’ın Taslaklarından Seçmeler,” s. 181.

[45] Karl Marx, “Marx’tan Hanover’deki Ludwig Kugelmann’a,” Fransa’da İç Savaş içinde, s. 156; “Marx’tan Leipzig’deki Wilhelm Liebknecht’e,” s. 155.

[46] Bkz. Karl Marx, Fransa’da İç Savaş (1), ss. 74, 75; “Fransa’da İç Savaş’ın Taslaklarından Seçmeler,” ss. 139, 172.

[47] Karl Marx, Fransa’da İç Savaş (1), s. 73.

[48] A.g.e., s. 73.

[49] A.g.e., s. 73.

[50] A.g.e., s. 75.

[51] A.g.e., s. 77.

[52] Bkz. a.g.e., s. 115.

[53] Bkz. a.g.e., s. 102.

[54] Güç dengesindeki asimetrinin komün lehine olduğu zamana ilişkin olarak bkz. Karl Marx, “Karl Marx’ın Paris Komünü Üzerine Konuşması,” Fransa’da İç Savaş (2), s. 106.

[55] Bkz. Karl Marx, Fransa’da İç Savaş (1), ss. 64, 105-107.

[56] Marx’ın Prusya saldırısına karşı askeri bir önerisi için bkz. Karl Marx, “Marx’tan Londra’daki Eduard Spenser Beesly’ye,” Fransa’da İç Savaş (2) içinde, s. 161.

[57] Bkz. Karl Marx, Fransa’da İç Savaş, ss. 108-109, 112-116.

[58] Bir başka neden ise, Komün liderliğindeki küçük burjuva unsurların alınan kimi önemli kararları belirlemesi yahut etkilemesiydi. Bahsedildiği üzere, Komün’ün bileşenleri arasında küçük burjuva özneler de vardı. Temsilciler seçimi sonrasında, kimileri karar alma mercilerine seçilmişti. Marx bu kimselerin etkisini zarar verici buluyordu. Bkz. Karl Marx, Fransa’da İç Savaş (1), s. 97; “Marx’tan Paris’teki Leo Frankel ve Louis Eugene Varlin’e,” Fransa’da İç Savaş (2) içinde, s. 160.

[59] Bkz. Karl Marx, “Marx’tan Lahey’deki Ferdinand Domela Nieuwenhuis’ye,” Fransa’da İç Savaş (2) içinde, s. 165. Ayrıca konuya ilişkin Engels’in yorumu için bkz. Friedrich Engels, “Fransa’da İç Savaş’ın 1891 tarihli Almanca Baskısına  Giriş,” Fransa’da İç Savaş (1) içinde, s. 22.

[60] Karl Marx, “Marx’tan Hanover’deki Ludwig Kugelmann’a,” s. 157.

Sendika.Org'a Patreon'dan destek ol