Araştırma Görevlisi Erkan Kıdak'ın “Kargo Taşımacılığı’nda kendi hesabına çalışma aldatmacası” başlıklı çalışması üzerine yaptığımız söyleşide işçi ve işveren olmanın tüm dezavantajlarını içinde barındıran “esnaf kurye modeli”ni konuştuk
Pandemi ile birlikte şehir içi teslimat hizmetleri de büyük bir pazar halini aldı. Çok sayıda şirket market alışverişinden, yemek teslimatına kadar birçok hizmeti online olarak vermeye başladı. E-ticaret pazarının büyümesi ile birlikte kargo taşımacılığının da önemi arttı.
Esnaf kurye modeli şirketlerin alt yapı ve işçi maliyetlerinden “tasarruf” etmek için ortaya attığı bir çalışma biçimi olarak sektör de yerini aldı. “Kendi işinin patronu ol” motivasyonuyla çalışanları teşvik eden şirketler, birçok sorumluluktan sıyrılarak işçi ve işveren olmanın tüm dezavantajları ile “işçi” çalıştırıyor.
Konuya dair Araştırma Görevlisi Erkan Kıdak, Tüm Taşıma İşçileri Sendikası (TÜMTİS) için “Kargo Taşımacılığı’nda kendi hesabına çalışma aldatmacası – Esnaf kurye modeli” başlıklı bir çalışma yaptı.
Araştırmasında “esnaf kurye modeli”ni hukuki ve sınıfsal açıdan değerlendiren Kıdak ile bir söyleşi yaptık.
Ozan Cırık: Esnaf kurye modeli nedir, şirketler neden bu model ile çalışmaya eğilimli?
Erkan Kıdak: Esnaf kurye modeli, yeni bir çalışma biçimi olarak gündemimizde yer alsa da aslında en ilkel çalışma şekillerinden birisi diyebilirim. Taşımacılık sektörü, ticaret kapitalizminin ilk dönemlerinden bu yana başat bir öneme sahip. Sektör, adeta kapitalizmin taşıyıcılığını yapıyor. Sermaye çevreleri, doğrudan üretimde yer alan emek maliyetlerinin yanında taşımacılık maliyetlerini de en aza indirerek sermaye birikimine hız kazandırmak istiyor. Günümüzde de tedarik zincirlerinin sürdürülebilir olması açısından bu maliyetleri en aza indirmek için yoğun bir arayış içerisinde. Bu arayışın sonucunda da ilkel bir çalışma formu olarak esnaf kurye sistemini kullanıyor.
Esnaf kurye modeliyle çalışanlar, bağımlı çalışan statüsünde yer almıyor. Onun yerine kurye emekçileri, kendi şahıs şirketlerini kurmaya yönlendiriliyor. Taşımacılık hizmeti veren büyük şirketler de küçük ölçekli şirketleri olan esnaf kuryelerden hizmet alıyor. Bu şekilde araç ve emek maliyetlerini dışsallaştırmış oluyor. Esnaf kuryeler de hukuki açıdan kendi hesabına çalışan olarak algılanmalarına rağmen, özünde bağımlılık unsurunu sonuna kadar taşıyorlar. Sonuç olarak da bu sistem emekçilerin aleyhine kullanılmaya devam ediyor.
Araştırmanızda yer alan örneklemde bu model ile çalışan kişilerin çoğunluğu lisans eğitimlerini tamamlamış, yaşları ise genç-orta yaş diye tanımlayabileceğimiz bir aralıkta. Şirketlerin “işe alım” şartları ve işin gereklilikleri göz önüne alındığında bu örneği genele yaymak mümkün. Özellikle bu yaş kuşağı açısından esnaf kurye modeli neden tercih ediliyor? “Kendi işinin patronu ol” sloganı bu tercihte ne kadar etkili?
İstihdamda farklı şekillerde yer almak mümkün. Bu gruplar içerisinde en yoğun olanı ücretli istihdam. Ancak bunun yanında işverenler, kendi hesabına çalışanlar ve ücretsiz aile işçileri gibi gruplar da istihdamda yer alıyor.
Ücretli istihdamda yer alanlar, iş görmeleri karşılığında işverenden ücret geliri elde ederken, bağımlılık unsurunu üzerinde taşıyor. Hukuki açıdan iş mevzuatı işçileri koruyucu hükümlere sahip, ancak son yıllarda neoliberal politikalar nedeniyle sosyal politikanın temel ilkelerinden uzaklaşılıyor ve emekçiler çaresizliğe mahkum oluyor. Ancak işçilerin temel sorunu, hukuki düzenlemelerin dışında bölüşüm ilişkilerinden kaynaklı sınıfsal sorunlar. İşçiler, mülkiyet ilişkilerindeki eşitsizliklerden kaynaklı olarak işverenlerin emir ve denetimleri altında çalışmak zorunda. İşçilerin emek gücünü satmaktan başka çaresi yok. Onların yaşamını idame ettirebilmesi için gerekli olan gelir, işverenlerin otoritesi altında çalışmaktan geçiyor. Dolayısıyla mecburi bir biçimde emek piyasasına dahil oluyorlar.
Mülkiyet ve otoritenin kişilik üzerinden yarattığı olumsuz etkiler, insanların istihdama farklı biçimlerde katılma isteğini arttırıyor. Bunun en iyi örneğini esnaf kuryelerin işe girişlerinde gözleyebiliyoruz. Şirketler “kendi işinin patronu ol”, “aracını al gel”, “kendi hesabına çalış” gibi sloganlarla ilanlar açıyor ve özellikle otorite altına girmeyi reddeden genç kuşak için bu ilanlar cazibe konusu oluyor.
Esnaf kuryeler, kendi nam ve hesabına çalışan olarak faaliyet göstermeyi tercih ediyor. Ancak aslında bu ilişkide bir hile bulunuyor. Bu hile, kuryelerin “kendi işinin patronu olma” vaadiyle sisteme içerilmesi anlamını taşıyor. Patron sözcüğü, Latince’den Fransızca’ya ve ardından dünya dillerine yayılan, anlamı itibariyle “mülkiyet ve otorite sahibi olmayı” ifade eden bir kavram. Oysa esnaf kuryelere baktığımız zaman, mülkiyet ve otorite sahibi olmadıklarını görüyoruz. Araçları kendileri ait olmasına rağmen, büyük dağıtım şirketlerinin logosunu taşımakla ve o şirketin kurallarına uymakla yükümlüler. Kendi araçları üzerinde bir tasarruf olanakları bulunmuyor. Aracın doğrudan ve dolaylı tüm maliyetlerine kendileri katlanmalarına rağmen, şirketlerin yüklediği tüm sorumluluklara uymak zorundalar. Dolayısıyla bu çalışma biçimini ancak ve ancak “sahte kendi hesabına çalışma” olarak adlandırabiliriz. Bu sistem kuryeleri aldatan ve onların iş ve gelir güvencelerini yok eden bir sistem. Diğer taraftan sınıfsal açıdan yabancılaşma olgusunu pekiştiren bir yapı. Zira görünenle gerçekten olan arasında çok ciddi bir ayrım var.
Esnaf kuryeleri hukuki açıdan işçi, işveren veya alt işveren statülerinden herhangi birine koymak oldukça zor. Üç statüye de ayrı ayrı uyabilen noktalar varken hiçbirini de tam olarak karşılamıyor. Bu hukuki tanımsızlık ya da belirsizlik esnaf kuryeler açısından ne gibi kayıplara yol açıyor? Şirket ile aralarında yaptıkları “eser sözleşmesi” bu kayıpları önleyecek nitelikte mi?
İş hukukunun temelinde yatan iş sözleşmesi, eşit olmayanlar arasındaki ilişkileri düzenliyor. Bu durumdan hareketle de işverene bağımlı olan işçilerin ekonomik ve sosyal açıdan korunmalarını içeriyor. Devletin çalışma ilişkilerine müdahalesi, taraflar arasında eşit ilişkilerin olmamasından kaynaklıyor ve toplumun en büyük kesimi olan işçileri korumayı hedefliyor.
Türk Borçlar Kanunu ve Türk Ticaret Kanunu çerçevesinde düzenlenen sözleşmeler ise eşitler arasındaki ilişkileri düzenlemeye yönelik. Esnaf kurye modelinde bu tür bir sözleşmenin benimsenmesinin gerekçesi, iki ayrı şirket arasındaki taşımacılık konusunun düzenlenmesi. Lafzi olarak bir yorum yaptığımızda durumu bu şekilde anlamak mümkün. Oysa sözleşme mantığına, aradaki ilişkinin özüne ve kanunların ruhuna baktığımızda, durumun hiç de bu kadar anlaşılır olmadığı ortada. Esnaf kuryeler, tamamıyla büyük şirketlere bağımlı bir şekilde çalışıyorlar. Yapılan bu alt sözleşmeler, iş hukukundaki alt işverenlik sözleşmesini de yansıtmıyor. Zira büyük kargo dağıtım şirketlerinin asıl işi zaten taşımacılık. Dolayısıyla hangi hukuki perspektiften bakılırsa bakılsın, esnaf kurye modeliyle istihdam muvazaalıdır (hilelidir) ve tüm kuryelerin en baştan itibaren işçi statüsünde sayılması gerekir. Zira bu modelin kullanıldığı çeşitli Avrupa ülkelerinde de emsal kararlar mevcut.
Pandemi süreci ile birlikte çok sayıda uygulama/şirket (Yemeksepeti, Getir, Tredyol Go vb) büyük pazar payları ile şehir içi teslimat noktasında hizmet üretiyor. Bu sektörlerde de çok sayıda esnaf kurye mevcut. Esnaf kuryelerin hukuki statülerini bir kenara bırakıp sınıfsal konumlarına bakmaya çalışırsak üretim araçlarıyla kurulan bağı nasıl değerlendirirsiniz? Bu sektörler için esas üretim aracı şirketlerin sağladığı dijital platformlar mıdır yoksa kuryelerin araçları (otomobil, motosiklet vb) mıdır?
TÜMTİS tarafından yayımlanan çalışmamızda kargo dağıtım şirketlerinde kullanılan esnaf kurye modeline odaklanmıştık. Yani hedef grubumuz asıl işi posta ve kurye hizmeti olan işletmelerdi. Ancak sorunuzda sizin de ifade ettiğiniz gibi yemek dağıtım ve perakende ticaret faaliyetlerini yerine getiren şirketler de bu modele yönelmiş durumda. Tüm bu şirketler de dijital platform tabanlı olarak müşterilerine hizmet sunuyor.
Dijital platform tabanlı çalışma, Türkiye’de ve hatta dünyanın birçok ülkesinde henüz bir düzenlemeye tâbi değil. Bu konudaki yargı kararlarını, akademik çalışmaları ve küresel ölçekteki sendikal faaliyetleri takip etmek gerekiyor. Muhtemelen önümüzdeki süreçte çalışma yaşamına ilişkin konuların merkezinde dijital platform tabanlı çalışma yer alacaktır. Ancak hukuki gelişmeler ne olursa olsun, kurye emekçilerini sınıfsal açıdan işçi olarak nitelendirmek gerekiyor. İşçi sınıfını tanımlamaya yönelik birçok değerli görüş bulunmakla birlikte, bizim sahip olduğumuz görüşe göre işçi sınıfı üretim araçları mülkiyetine sahip olmayan ve bu nedenle de emek gücünü satarak geçinmekten başka çaresi bulunmayan kesimi ifade ediyor. Taşımacılık hizmetlerinin yerine getirildiği işlerde, üretim aracı otomobil, motosiklet, kamyonet gibi araçlar olarak görülse de üretim araçları mülkiyetini bu araçlar üzerindeki denetimle ve otoriteyle ilişkilendirmek gerekiyor. Kargo dağıtım şirketlerine hizmet sunan esnaf kuryeler, kendi araçlarıyla bu işi görüyor olsalar da iş üzerinde bir denetim ve yaptırım yetkisine sahip değiller. Diğer taraftan işi bir kenara bırakın, sahibi gibi göründükleri araç üzerinde bile tasarruf sahibi değiller. Bu söylediğimizi daha iyi gözleyebilmek için ünlü yönetmen Ken Loach’ın 2019 yapımı “Üzgünüz, Size Ulaşamadık (İngilizcesi Sorry We Missed You)” filmini izlemenizi öneriyorum.
Platform tabanlı çalışan kurye emekçileri de kargo dağıtım şirketlerinde olduğu gibi denetim yetkisine ve otoriteye sahip değiller. Diğer taraftan sizin de sorunuzda ifade ettiğiniz gibi bu sektörlerdeki esas üretim aracı dijital platformun kendisi diyebiliriz.
Esnaf kurye modeli yeni tanıştığımız bir kavram ve çalışma modeli olsa da freelance/kendi namına çalışma kavramları dünyada oldukça yaygın. Çoğunlukla zihin emeği gerektiren işkollarında (yazılım, grafik tasarım, çeviri vb) karşımıza çıkan bu çalışma biçimi ile esnaf kuryeler arasında ne gibi benzerlikler ve farklılıklar var?
Klasik iktisatçıların ve liberal ekonomi anlayışının öncü ismi olan Adam Smith, kafa ve kol emeği arasında bir ayrım yapıyor. Ortaya somut bir ürün çıkan işlerde kullanılan emeği üretken emek, somut ürünün görülmediği işlerdeki emeği de üretken olmayan emek diye nitelendiriyor. Dolayısıyla doktorlar, öğretmenler, akademisyenler ve benzeri nitelikteki işleri yapanların üretken olmayan emek grubunda yer aldığını iddia ediyor. Biz bu ayrıma katılmadığımızı ve emeğin parçalanmaması gerektiğini düşünüyoruz.
Teknolojik gelişmelere bağlı olarak, 20’nci yüzyılın ortalarından itibaren ise istihdam hizmetler sektöründe yoğunlaşmaya başladı. Smith’in ayrımına bakacak olursak üretken olmayan emek, toplumun geneli içerisinde en geniş kesimi oluşturmaya başladı. Bu durum da Harry Braverman’ın “emeğin değersizleştirilmesi” tezini geliştirmesine yol açtı. Zira hizmetler sektöründe faaliyet gösteren emekçiler, üzerlerindeki emek denetim mekanizmasının baskısıyla “değersizleştirilmeye” maruz kaldı. Kapitalizm, hizmetler sektöründe ve özellikle büro işkolunda çalışan herkesin emeğini değersizleştirmeye doğru evrildi. Dolayısıyla işçi sınıfı tamamıyla sermayenin bu saldırısının hedefi durumundadır. Kendi hesabına çalışan olarak gözüken tüm bu kesimlerin sorunları ortak. Nitelik veya eğitim seviyesi gibi farklılıklar, bu kesimin kendi içinde bölünmesine neden olmamalı.
Mevcut sendikalar, serbest çalışanların örgütlenmesi noktasında hem hukuki statülerindeki belirsizlik nedeniyle yetkisiz hem de kitlesel işyerindeki işçiyi örgütleme hedefi taşıyan örgütsel yapısı açısından yetersiz kalıyor. Serbest çalışanların hangi formda, hangi talepler ve dinamiklerle örgütlenebileceğini düşünüyorsunuz? Türkiye’de veya farklı yerlerde ilham olabilecek örnekler var mı?
Serbest çalışanların mevcut hukuk düzeni içerisinde sendika çatısı altında örgütlenmesi imkânsız. Onlar odalarda veya dernek gibi yapılarda örgütlenebiliyor. Ancak esnaf kurye gibi istihdam biçimlerinde yer alanların böyle bir olanakları bulunmuyor. Kuryelerin fiili olarak örgütlenebilmesi de mümkün olmuyor. Zira çalışma koşulları birbirleriyle iletişim kurmalarının önünde engel teşkil ediyor. Diğer taraftan aralarındaki rekabet ilişkisi, dayanışma ağı örmelerini önlüyor. Bu durum onların ana şirketler karşısında güçsüz kalmalarına ve talepte bulunamamalarına yol açıyor. Örneğin gönderi başına elde ettikleri gelirin arttırılması için talepte bulunamıyorlar. Bunun nedeni birlikte hareket edememeleri.
Kuryeler veya benzeri serbest çalışan gruplarının sorunları bu noktada ortaklaşıyor. Onların ortak bir mücadele platformunda birleşememeleri gelir veya sosyal güvenlik açısından daha iyi koşullara erişmelerinin önündeki en büyük engel. Onların hileli biçimde bu şekilde istihdam edilmelerinin yerine, işçi statüsüne geçirilmeleri ya da onları koruyacak yeni düzenlemelerin hayata geçirilmesini gerektiriyor. Bunun için de örgütlü mücadele şart. Sendika çatısı altında bunu gerçekleştiremeseler de fiili ve meşru mücadele yöntemleri kullanılmalı. Aksi takdirde kendilerini çevreleyen olumsuz koşullardan korunma olanakları bulunmuyor. İşçi sınıfının tarihte elde ettiği kazanımların her birinin arkasında sınıfsal mücadele pratiklerinin yer aldığı unutulmamalı.