Halilgilin ışıkları

13 Ekim gecesi, yalnızca Anayasa Mahkemesi ve İçişleri Bakanlığı binalarının değil, gözlerden ırak evlerden birinin, Türkiye’nin en kalabalık ailesi Halilgilin evinin ışıkları da hiç sönmedi

Ali Ergin Demirhan 16 Ekim 2020 SAYI 2

13 Ekim salı gecesi hiç sönmeyen ışıklar gecesiydi.

***

Yerel mahkeme, Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) Enis Berberoğlu hakkında verdiği yeniden yargılama kararını tanımamış, Meclis Genel Kurulu’nda karara tepki gösteren CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, “Üst mahkemenin verdiği karara alt mahkeme uymayacağım diyorsa orada bir sorun var. Orada bir çürüme var. Bu çürümeye müdahale etmemiz lazım” demişti.

Ama çürük kokusunu takip edince ucu ilginç yerlere çıkıyordu. Nisan 2016’da milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki yasa teklifi Meclis’e geldiğinde, “Anayasa’ya aykırı ama ‘evet’ diyeceğiz” diyen Kılıçdaroğlu’nun kendisiydi. Ama sanki başkasıymış gibi şaşırıyordu Kılıçdaroğlu. Ana muhalefet lideri, o yasa yüzünden hapse atılıp vekilliği gasp edilen kendi milletvekilinin durumu karşısında, el alem “tepki göstermedi” demesin diye tepki gösteriyordu.

Yerel mahkeme çıkıp, “Anayasa’ya aykırı teklifin yasalaşmasına onay veren ana muhalefet partisi oluyor da Anayasa Mahkemesi kararını tanımayan yerel mahkeme neden olmasın” dese söyleyecek sözü yoktu.

Ülkenin en yetkili ağzı Tayyip Erdoğan, 2016’nın şubat ayında, AYM, Can Dündar ve Erdem Gül hakkında tahliye kararı verdiğinde, “Anayasa Mahkemesi’nin verdiği karara uymuyorum, saygı da duymuyorum” diyerek restini çekmemiş miydi?

Anayasa Mahkemesi’nin kendisi, OHAL ilanı sonrasında çıkarılan KHK’leri, içeriğine bakmaksızın OHAL döneminde çıktığı için incelemeyeceğine dair karar verdiği 12 Ekim 2016’da kendi kendisini kapatmamış mıydı?

Son dönemde Anayasa Mahkemesi’nin aldığı pek çok ihlal kararı zaten hiçe sayılmamış mıydı? Sendika.Org’a yönelik erişim engeli hakkında ayrı ayrı iki kez ihlal kararı verilmesine rağmen, yerel mahkemeler dalga geçercesine erişim engelini kaldırmak yerine bir erişim engeli daha getirmemiş miydi?

Ama olsundu. Berberoğlu kararı üzerine, “Anayasa askıya alındı” diye yalandan şaşırmalar, yalandan tepkiler, sosyal medyada bol paylaşım ve beğeni getirmekten başka ne işe yaradığı meçhul aforizmalar havada uçuşuyordu.

***

Aslında, AYM’nin zıpır üyesi Engin Yıldırım, “Işıklar yanıyor” notuyla Anayasa Mahkemesi binasının fotoğrafını Twitter’da paylaşmasaydı, herkesin huzuru yerindeydi.

Ne bir devlet kurumunun ne de muhalefet unsurunun “Anayasa’nın askıya alınması” karşısında söylenmekten öte bir şey yapmaya niyeti vardı. Ana muhalefet zaten teslim olarak iktidar olma stratejisini izlemekteydi ve ister iyi ister kötü niyetli olsun her direnişi “provokasyon” diye anmaya yatkındı.

Yıldırım’ın tweet’i ve ona yanıt olarak İçişleri Bakanlığı’nın “Işıklarımız hiç sönmüyor” notuyla paylaştığı karşı-tweet ile ortam gerildi.

İktidar cephesi Yıldırım’ın tweet’ini “darbe iması” olarak yorumluyor, muhalefet cephesi de “Bak işte, zaten bahane arıyorlardı, Yıldırım bu bahaneyi onlara verdi” diyerek endişelere gark oluyordu.

Oysa iktidardaki faşist koalisyonun, sessizce oturanları ısırmayan bir köpek efendiliğinde olmadığını biliyoruz. İktidar Erdoğan-Bahçeli-Soylu zinciriyle AYM’yi açıktan hedef tahtasına koymuştu ve bir operasyon için meşruiyet oluşturma gereksinimi duymaktan vazgeçeli epey olmuştu.

AYM eski Başkanı ve eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in 13 Ekim gecesi sönmeyen ışıklara ilişkin “Ankara’nın başkent oluşunun yıldönümü olduğu için yanıyordu” şeklindeki izahı, ne diyecek diye heyecanlananları tatmin etmediyse de gerçeğin bir yüzünü yansıtıyordu.

Ne AYM’nin ışıkları iktidarın hukuk tanımazlığı karşısında adaleti savunmak için yanıyordu ne de İçişleri Bakanlığı’nın ışıkları darbe tehditlerine karşı demokrasiyi savunmak için yanıyordu.

***

Ama Ankara’da huzursuzluk vardır, devlet kurumları içinde tek adam rejimine yakışır bir ahenk yoktur. Saray istediği ahengi sağlamak için saldıracak, kayyumlar atayacak, istemediği bürokratı istifa ettirecek, biat etmeyeni “terörist” ilan edecek, seçim yasalarını değiştirecek, elindeki yetkisi sonuna kadar kullanacaktır. Ancak egemen sınıflar arası ilişkiler zeminindeki sorun çözülemedikçe, Ankara’da ışıklar tedirgince yanmaya devam edecektir. Saray-burjuvazisi semirtilip diğer sermaye fraksiyonlarının talepleri geri planda tutuldukça, hem NATO ittifakının sınırlarını hem de Rusya’nın kırmızı çizgilerini zorlayan hamleler sürdürüldükçe, çoğunluk desteğinden ve paradan yoksun bir iktidar için tabii ki huzur yoktur.

Ama bu haliyle tavşan gibi gözlerimizi Ankara’nın ışıklarına dikmenin bir anlamı da yoktur.

***

13 Ekim gecesi, gözlerden ırak evlerden birinin, Halilgilin evinin ışıkları da hiç sönmedi. Kuzey Marmara Otoyolu Akyazı Şantiyesi’nde çalışan 24 yaşındaki inşaat işçisi Halil Çerçi, mola sırasında üzerinden silindir geçmesi sonucu ağır yaralandı ve kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirdi.

Patronlar, Saray burjuvazisinin muhteşem 5’lisinden dördü Limak, Cengiz, Kolin ve Kalyon’du. Onların servetine servet katan mega inşaat projelerinin harcı çimento, kum ve işçi kanı ile karılıyordu. Erdoğan, muhteşem 5’lisine ihale üstüne ihale, vergi indirimi üstüne vergi indirimi verirken kanını bu beton imparatorluğunun harcına döken işçilere de sabır telkin ediyordu.

Fransız Devrimi’nin öngününde markilerin at arabalarının tekerleri altında ezilip can vermesi sıradan bir durum olan baldırı çıplaklar gibi, Halil Çerçi de memleketimizin önemsiz bir meselesi. 13 Ekim gecesi analizlere konu olmadı. Muhalif hesaplar onun için aforizmalar yarıştırmadı. Muhalif kanaat önderlerinin ilgisini de çekemedi.

Ertesi gün Ankara İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi, İbni Sina Hastanesi önünde bir basın açıklaması yaparak, 2020 yılının ilk dokuz ayında en az 1493 işçinin Halil Çerçi gibi çalışırken hayatını kaybettiğini, salgının ilk 7 ayında ise en az 294 emekçinin COVID-19 sebebiyle yaşamını yitirdiğini duyurmak isterken polis saldırısına uğradı. Polis, Halilgillerden birini yüzüstü yere yatırıp boynuna dizini yasladı, onunu darp ederek gözaltına aldı.

Halilgil, yani Türkiye işçi sınıfı, on milyonlarca üyesiyle, bu ülkenin en kalabalık ailesi. Sermayenin açtığı savaşta her yıl binlerce can veriyorlar. Pandemide gittikçe tükeniyorlar. Ne sağlıkları kaldı ne kendilerine ayıracak zamanları ne de insanca geçim koşulları… Bunları televizyondan öğrenecek değiller. Televizyonda Erdoğan ailesinin, Diyanet İşleri Başkanı’nın, Saray burjuvazisinin, her biri bir CEO’ya dönüşmüş şeyhlerin şatafatlı hayatlarını ve yoksullara sabır telkin edişlerini dişlerini sıkarak izliyorlar.

Halilgilin ışıkları bu aralar hiç sönmüyor.

Gözleri bu ışıklara çevirelim.

Bu karanlığı aydınlatacak başkaca bir ışık yok.

Sendika.Org'a Patreon'dan destek ol