Doğası itibariyle tehlikeye göz yuman kapitalist üretim ilişkilerinin hakim olduğu bir emek rejiminde, tehlikeyle kaynağında mücadele etmenin yolu emek sürecinde işçi denetiminin devreye girmesinden geçer. Bu alandaki mücadelede sorunların tespiti kuşkusuz çok önemlidir. Bu sorunları çözmek için talep oluşturmak da elbette ki zorunluluktur. Ancak mücadele bunlardan ibaret kaldığında sorunun kaynağı olan kesimlerden, soruna çözüm bulmasını beklemekten ibaret bir talep siyasetine sınırlanmış olarak kalırız
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG) geçtiğimiz hafta yılın ilk 9 ayının iş cinayeti verilerini kamuoyu ile paylaştığı bir basın açıklaması gerçekleştirdi. İş cinayeti verilerine bakıldığında Türkiye’de resmi olarak ilk koronavirüs vakasının açıklandığı günden bu yana gerçekleşen işçi ölümlerinin önemli bir kısmının COVID-19 hastalığına bağlı olduğu görülüyor. İSİG Meclisi’nin basın metni pandemi döneminde işçi sınıfı örgütlerinin mücadele yaklaşımına dair kritik tespitler ve öneriler içeriyor.
Açıklamada, işçi sınıfı örgütlerinin bu dönemdeki işçi sağlığı mücadele yaklaşımının genel çerçevesinin “sorun tespiti” ve “sorunların çözümü için taleplerin ifade edilmesi” ile sınırlı kaldığı belirtildi. Mücadele yaklaşımı olarak ise sorun tespiti ve taleplerin ötesine geçip alanda mücadele etmenin önemine değinilerek işyerlerinde işçi komite/meclislerinin kurulması çağrısı yapıldı. Benzer bir çağrı Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası’ndan (SES) nisan ayında gelmişti.
Pandemi sürecinde iş cinayetine bağlı ölümlerin en yoğun görüldüğü sağlık alanına dair yapılan çağrıda; “Güvenliğimizi sağlamadan sağlık hizmeti üretmeyelim. Sağlığımızı yöneticilerin insafına bırakmadan sağlık emekçilerinin kolektif iradesi ile oluşturacağımız işyeri salgın komitelerinde örgütlenelim, sağlığımızın korunmasının güvencesi biz olalım” ifadeleri yer almıştı.[1] Her iki açıklamada da kritik olan iki vurgu var; işçi sağlığını yöneticilerin iradesine bırakmamak ve komite/meclis yapılanmaları ile mücadeleyi işyerlerine taşımak. Buradan hareketle işçi sağlığı mücadelesinin emek süreçleri ile ilişkisini derinleştirmek gerekiyor.
İşçi sağlının uluslararası sözleşmeler ve bilimsel çalışmalar dahil olmak üzere kabul görmüş en temel yaklaşımlarından birisi tehlikeyi kaynağında yok etmektir. Tehlikenin risk analiziyle öngörülerek hastalığa veya kazaya sebebiyet vermeden ortadan kaldırılması gerekir. Tehlikeye göz yumulduğu sürece meslek hastalığı veya iş kazaları kaçınılmaz olur. Bu yaklaşım ilk bakışta oldukça teknik/hukuki bir işçi sağlığı perspektifi olarak görülebilir. Ancak meseleye sınıf mücadelesi zemininden baktığımızda, insanların ücret karşılığında emek gücünü satmak zorunda bırakıldığı sömürüye dayalı kapitalist üretim ilişkilerinin en temel tehlike unsuru olduğunu ortaya koymamızı sağlayan politik bir yaklaşımdır.
Kapitalistler açısından esas olan işin sağlığıdır. İş süreçlerinin aksamaması, kar oranlarının düşmemesi için önlemler alınır. İşçi sağlığı önlemleri bu politikalarla çeliştiği yerde işçiler için “tehlikeli” olan sermaye için “gerekli olan haline gelir. Koronavirüs salgını döneminde yaşanılanlar bu gerçeğin en güncel kanıtlarını ortaya koymaktadır. Sadece toplumun temel ihtiyaçlarını karşılayacak üretim süreçlerini güvenli çalışma koşullarını sağlayarak devam ettirmek yerine tüm meta tedarik zincirlerinin devamı tercih edilmiştir. Esas öncelik sermaye birikim süreçlerinde kesinti yaşanmaması olmuştur.
Oysaki virüsün nasıl bulaştığı, bulaşı önlemek için yapılması gerekenler çok net olarak bilinmektedir. Ancak burjuvazi ve devletler varlık zeminlerini korumak için “tehlikeye” göz yumarak COVID-19 hastalığına bağlı ölümlerin bir numaralı failleri olmuş ve olmaya devam etmektedirler. Bu tespitler sınıf temelli işçi sağlığı mücadelesinin yöntemi konusunda da doğrudan belirleyicidir. Doğası itibariyle tehlikeye göz yuman kapitalist üretim ilişkilerinin hakim olduğu bir emek rejiminde, tehlikeyle kaynağında mücadele etmenin yolu emek sürecinde işçi denetiminin devreye girmesinden geçer. Bu alandaki mücadelede sorunların tespiti kuşkusuz çok önemlidir. Bu sorunları çözmek için talep oluşturmak da elbette ki zorunluluktur. Ancak mücadele bunlardan ibaret kaldığında sorunun kaynağı olan kesimlerden, soruna çözüm bulmasını beklemekten ibaret bir talep siyasetine sınırlanmış olarak kalırız.
Koronavirüs salgını özelinde değerlendirildiğinde işçi sınıfının karşı karşıya olduğu “tehlike” net olarak ortadadır. Yakın temasa neden olan ulaşım, toplu çalışma ortamı, yetersiz havalandırma, kişisel koruyucuların eksikliği, hastalanan kişilerin izolasyonu, temaslıların taranması gibi çok sayıda risk unsuru ve yapılması gereken uygulama sayılabilir. Tüm bunlar yapılmıyorsa veya eksik hayata geçiyorsa o halde tehlikeyi kaynağında önleyecek işçi denetimi unsurlarını emek sürecinde hayata geçirmek zorundayız. Çalışma esnasında tehlike unsurunun kazaya/hastalığa dönüşmemesi için o anda ve o mekanda müdahale eden, gerekirse üretimi durduran bir refleksi ve iradeyi işyerlerinde hayata geçirmeliyiz. Bu refleksi gösterebilmek kuşkusuz yaptığı işin risklerini bilen, tehlikeyi öngören, dayanışma halinde örgütlü hareket eden bir işçi tutumu gerektirir. Bu reflekse sağlık alanından somut bir örnek için Emre Gürcanlı’nın “Sınıf Dayanışması Bir Ölümü Nasıl Önledi?” yazısına bakılabilir.
Mevcut emek rejimi işçi sınıfını çok daha itaatkâr bir tutum almaya zorlamaktadır. İşçi sınıfını içinse itaat etmenin sonuçları daha fazla hastalık ve daha fazla ölüm olmaktadır. Bu kısırdöngüden çıkış için işçiler arası dayanışma, birbirine güven duygusu ve işyerlerinde kolektif olarak özne haline gelebilmek gerekmektedir. İşçi sınıfı için esas olan teknik bir işyerinin ötesinde politikleşmiş bir işyeridir. Kalite standartlarının ötesinde kolektif özne ve sınıf iradesinin emek sürecini belirlemesidir.[2]
Tam da bu noktada işyeri komiteleri/meclisleri kolektif özne haline gelmenin zemini olabilir. Mevcut yasa ve yönetmeliklerden kaynaklanan unsurlar komiteleşmenin aracı olarak kullanılabilir. Örneğin ILO sözleşmelerinden kaynaklanan “işçi temsilciliği” mekanizması, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasasından kaynaklanan İş sağlığı ve Güvenliği Kurulu ve çalışan temsilciliği mekanizmaları işçi denetimini artırmanın araçları olarak kullanılabilir. Çalışma süreleri, çalışma yoğunluğu, ücret, sendikal hakların kullanımı, işçi sağlığı önlemleri gibi temel gündemler başta olmak üzere iş koluna ve işyerine özgü diğer sorunlar işçi komitelerinin bir araya gelme zemini olabilir. Sendika ve meslek örgütleri bu mücadelede ön açıcı rol oynayabilirler.
Tarihsel olarak işçi konseyleri/komiteleri işçi sınıfının en etkili mücadele araçları olagelmiştir. Rusya’da 1917 devriminin temelinde yer alan Sovyetlerin, 1918 Almanyası’nda işçi konseylerinin ve takip eden yıllarda İtalya fabrika konseylerinin mücadele deneyimleri o dönemin sınıf mücadelelerinde belirleyici rol oynamışlardır. 20. yüzyılda dünyanın birçok coğrafyasından fabrika işgallerinden ikili yönetimlere kadar işçi denetimi/işçi özyönetimi örnekleri bulmak mümkün. Bu topraklarda da 1923’te İstanbul’da matbaalarda dizgicilerin 2 hafta süren özyönetim deneyimi, 1969’da Çorumda linyit işletmelerinde Alpagut işçi özyönetimi, 1980’de Amasya’da Yeniçeltek maden işçileri özyönetimi gibi işçi denetiminin ötesine geçerek özyönetim sürecine ilerleyen deneyimleri görüyoruz.[3]
Geçmiş deneyimleri ayrıntılandırmak ya da işçi denetimi/özyönetiminin teorisini irdelemek bu yazının kapsamını aşıyor. Ancak işçi komiteleri önerisinin temelinde ciddi bir tarihsel birikim olduğunu bilmek önemli. İşçi sınıfının tarihte en güçlü olduğu dönemlerin mücadele yöntemleri arasında işyerlerinde komiteleşmek, farklı işyerlerinde ve iş kollarında komiteler arasında irtibatı sağlayarak dayanışmayı büyütmek gibi pratiklerin olduğunu bugün hatırlamak gerekiyor. Bu pratik, günün acil sorunlarına çözüm arayan, işyerleriyle sınırlı, ufku dar bir yaklaşıma dayanmaz. İşyerlerinin acil ve güncel sorunları zemininde örgütlenen ama buradan hareketle üretimin tüm bilgisine hakim olarak üretimin organizasyonunu ele geçirmeyi amaçlayan, iktidar ilişkilerini hedef alan, “başka bir dünyanın” temellerini atan bir mücadele düzlemi olarak görmek gerekli.
[1] https://ses.org.tr/2020/04/covid-19-salgini-bir-aylik-degerlendirme-aciklamamiz-salginin-siddeti-saglik-emekcilerinin-saglik-ve-yasam-haklarinin-ihlali-icin-gerekce-gosterilemez/
[2] Yücesan-Özdemir, G. “İşçi Sağlığı için Üç Koşul: Politikleşmiş İşyeri, Kolektif Özne ve Sınıf İradesi”, Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi Sayı:54-55
[3] Narin, Ö. ‘Sermayenin Denetimi mi? İşçinin Özyönetmi mi?’ Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi Sayı:54-55