İstanbul Sözleşmesi: İktidarın yalanı, işin aslı

Şiddeti yaratan sebepleri konuşmak yerine kadının ne giydiği, nerede olduğu hatta İpek Er dosyasında olduğu gibi kadının anne ve ablasının özel hayatının konuşulması yanlıştır

Mehtap Sert 04 Mart 2021 SAYI 8

 

Türkiye’de 2020’de 269 kadın öldürüldü. 152 kadın şüpheli bir şekilde yaşamını yitirdi. Bianet’in “Erkek Şiddeti Çetelesi”ne göre 2021’in Ocak ayında 22 kadın ve 1 çocuk erkekler tarafından öldürüldü. Çeteledeki bir sayıdan ibaret olmayan yaşamlarımız elimizden alınıyor.

Biz ölmek istemiyoruz, yaşam hakkımıza sahip çıkacağız dedikçe siyasi iktidar kazanımlarımızı ortadan kaldırmaya çalışıyor. 1 Ağustos 2014’te aynı siyasi iktidar tarafından yürürlüğe konulan ve siyasi şova dönüştürülen İstanbul Sözleşmesi’nin 7. yılında toplum yapısına uymadığı gerekçesi ile imzanın çekilmesi konuşuluyor.

Türkiye’de her üç kadından biri yakın aile fertlerinden biri ya da eski eşi tarafından fiziksel ya da cinsel şiddete maruz kalıyor. OECD ülkeleri içinde kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri sıralamasında birinci durumda olan ülkemizde erkek şiddeti her gün daha da artarken kadınlara, LGBTİ+’lara yönelik şiddette cezasızlık özel bir politika olarak uygulanıyor. Eril yargı kararlarıyla birleşen iktidarın kadın düşmanlığı, şiddet faillerini cesaretlendirmeye devam ediyor.

Toplumsal gerçeklik buyken Sözleşme’nin etkin şekilde uygulanmasını değil kaldırılmasını gündeme getirmek devletin kadına yönelik politikalarının şiddeti önlemeye yönelik olmadığı ve bu görevi terk ettiği anlamına geliyor. Pandemiyle birlikte ev içi yükü artan kadınlar ev içi şiddete daha çok maruz kalmaya başladı. Çünkü kadınları koruması gereken kurumlar pandemiyi bahane göstererek çalışmıyor. Şiddet gören kadın pandemi bahane edilerek sığınma evlerine gönderilmiyor, 155 çağrılara yanıt vermiyor, aile mahkemesi şiddet failini konuttan uzaklaştırmıyor.

Hukuki olarak kaldırmaya çalıştıkları İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı yasa fiilen uygulanmıyor. İktidar, altına imza attığı İstanbul Sözleşmesi’nin yükümlülüklerini yerine getirmesinin aksine bu Sözleşmeden vazgeçmeye dönük açıklama ve yönelimlerde bulunuyor. İstanbul Sözleşmesi’ne paralel iç hukuk düzenlemesi olan 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Kanunu’na karşı belli çevreler iktidardan aldıkları güçle yasayla ilgisi olmayan iddialarda bulunuyor. Bu iddialar Sözleşme’nin ve 6284 sayılı yasanın “aile yapısını bozduğu, nafaka yükümlülüğü getirdiği, aileyi dağıttığı, boşanmalarda artış olduğu, özelde Sözleşme’nin eşcinselliği teşvik ettiği” gibi yasanın metninde olmayan, kamuoyunu açıkça yanlış yönlendiren söylemler barındırıyor.

Sözleşme’de nafaka ile ilgili bir düzenleme yoktur. Tartışmalara sebep olan 4. madde, ev içinde şiddete uğrayan herkesi; kadın, çocuk, yaşlı, erkek, engelli gibi pek çok grubu cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka tür görüş, cinsel yönelim, cinsiyet kimliği, medeni hal, göçmenlik statüsü gibi, herhangi bir nedenle ayrımcılık yapmaksızın korumayı temin eder.

Söz konusu maddedeki ayrımcılık yasağı Anayasa’da da mevcuttur. Sözleşme cinsel kimliklere ilişkin devletlere şiddetten ve ayrımcılıktan koruma yükümlülüğü getirmektedir. Sözleşme’nin amacı, hayatın tüm alanlarında tüm cinsiyetlerin eşitliğini sağlamaktır. Sözleşme karşıtlarının öne çıkardığı gerekçeler başka olsa da, asıl sebep Sözleşme’nin şiddeti cinsiyet eşitsizliğinin temelinde tanımlaması ve yaşamın her alanında kadın-erkek eşitliği fikrini temel almasıdır.

Kadınların boşanma nedeni uğradıkları şiddettir. Şiddeti yaratan sebepleri konuşmak yerine kadının ne giydiği, nerede olduğu hatta İpek Er dosyasında olduğu gibi kadının anne ve ablasının özel hayatının konuşulması yanlıştır.  Asıl sorunun şiddet olduğu bu denli açıkken, şiddeti önleme amaçlı bir toplumsal metni “aileyi ve toplumu parçalayacağı” iddiasıyla yok etmeye kalkışmak aslında eşitlik fikrini yok etmeye yönelik bir hamledir. Dolayısıyla İstanbul Sözleşmesi’ni savunmak, sadece kadınların değil eşit ve şiddetsiz bir toplumda ayrımcılığa uğramadan yaşamayı talep eden tüm toplumsal kesimlerin derdi olmalıdır.

Kadın hareketi son bir yılda geçmişten geleceğe kadına, çocuğa, LGBTİ+’lara yapılan şiddete tacize, tecavüze ses olmaya, haklarımıza sahip çıkmaya çalışıyor. Siyasi iktidar kadınları bölmeye çalışsa da eşitlik sağlanana kadar varız var olmaya devam edeceğiz.

Sendika.Org'a Patreon'dan destek ol